4 Temmuz 2013 Perşembe

FOTOĞRAFLAR


 





















 

BODRUM DATÇA YELKEN SEYRİ İZLENİMLERİ 15-19 HAZİRAN 2012


15 Haziran akşamüstü ekibimizin dört kişilik kısmı İzmir’den yola çıktık. İzmir’den yola çıkan ekip üyeleri sohbet eşliğinde keyifli bir yolculuğun ardından Turgutreis D-Marin de bulunan teknemiz Eagle1 ile saat 21:00 civarı buluştuk. Arabadan eşyaları indirip tekneye yerleşmek ve eksik kalan bazı ihtiyaçları marketten temin etmek bir saatten fazla bir zamanımızı aldı. Tüm bu telaşın ardından Bodrum Akyarlardaki yazlık evinde bizi akşam yemeğine bekleyen eniştem Volkan Beşek’in evine gidip birkaç kadeh parlatmak bizi kendimize getirdi. Balkonda yemeğimizi yerken, İstanbul’dan uçakla gelen kuzenim Mehmet de bize katıldı ve altı kişilik yelken seyri ekibimizi böylece tamamlanmış olduk.   

Bodrum – Datça – Bodrum güzergahı olarak belirlediğimiz dört günlük seyrimizdeki ekip üyelerimiz altı kişiden oluşuyor. Daha önce iki kez birer haftalık birlikte seyir yaptığımız Hüseyin ekibin en tecrübelilerinden. Arkun, bir hafta sonunu kapsayan ve birlikte gerçekleştirdiğimiz iki günlük seyir tecrübesine sahip. Eniştem Volkan, kuzenim Mehmet ve arkadaşım Ali’nin ilk yelken seyirleri.

16 Haziran sabahı marinaya çıkış için telsizle haber verdikten sonra palamarları çözüp yola çıktık. Ekip üyelerimizin çoğunluğu ilk kez seyir yapacakları için bir bakıma eğitim seyri şeklinde geçecek seyrimize, usturmaçaların toplanması gerektiği bilgisini verip seyrimize başladık. Çıkışta hafif esen karayeli görünce vira bismillah deyip asıldık yelken halatlarımıza. Kahvaltı için Aspat koyuna dümen tutarken rüzgarı içine toplayan yelkenlerimizin görüntüsü ve hafif esen rüzgarın sesi seyrimizin güzel geçeceğini haber veriyordu sanki.

Aspat koyunda 5 metre civarı kum zemine çıpamızı funda ettik. Ekibin bir kısmı kahvaltı hazırlığı yaparken, Hüseyin botla kıyıda biz bekleyen enişteyi almaya gitti. Marina çıkışında yelken basar basmaz, Arkun kıç havuzluktan kamışımıza bağlı rapalayı denize bırakmıştı. Çıpamızı atarken toplamayı unuttuğumuz misina tekne altına takıldı.  Bütün uğraşlarımıza rağmen takılan misinayı çıkartmakta başarılı olamayınca yanıma bıçak alıp tekne altına nereye takılmış olduğuna bakmaya daldım. Misina pervaneye dolanmış, rapala ise pervanin arka tarafında asılı duruyordu. Misinayı kesmeden önce birkaç kez çevirmeye çalışırken, iğne elime saplanıverdi. Deniz altında parmağıma batan iğneyi çıkarmaya rapalanın bağlı olduğu misinayı kesmeye çalışırken nefesimde tükenmeye başlamıştı. Çıkartmakta bir türlü başarılı olamadığım iğneyi can havliyle başparmağımı yırtarak çıkarttım. Atlatmış olduğum küçük kaza bu tür durumlarda daha tedbirli ve dikkatli olmamız gerektiğini öğretiyordu sanki.
       

Saat 10:00 civarı çıpamızı vira edip, dört gün sürecek seyrimize başladık. Rüzgar kelimenin tam anlamıyla kolayımıza esiyordu. İstanköy (Kos) adasının doğu kıyılarını teğet geçerek Datça yarımadasının en uç noktası yani Knidos’a doğru dümen tuttuk. Seyir sırasında rüzgar hızı 10-15 knot, tekne hızımızda ortalama 5 knot civarı oldu. Yunan sularına girdiğimizde kural gereği sancak gurcatamıza yunan bayrağını toka etmeyi ihmal etmedik.


Teknede yapılan her hareket ve işlem ilk kez seyir yapanlar için merakla izleniyordu. Bu durumun farkında olarak yapılan işlemlerin nedenlerini, nasıl yapılması gerektiğini elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Usturmaçaların seyir sırasında toplanması ve iskeleye yanaşırken bağlanması, halat bağlama çeşitleri, yelken seyir türleri, seyir sırasında teknede hareket vb. konularda yeri geldiğinde bilgiler verdim. Teknede seyir yapanların seyir esnasında yapılması gerekenlere az da olsa hakim olmalarının yaşanabilecek kriz anlarında panik yapılmaması açısından oldukça önem taşıdığı kanısındayım.
 

Öğlen saatlerinde deveboynu burnunu dönüp, beni her zaman tarihi ve doğal güzelliğiyle çok etkilemiş olan Knidos’a vardık. Koyun ortasındaki iskelenin doğu tarafına çıpamızı funda ettik. Alargada Knidos’un serin sularına bıraktık kendimizi. Bu kez Knidos’u detaylı biçimde gezmeyi planlamıştım. Hatta seyir sırasında denizden bakıldığında etkileyici bir görüntü veren deniz fenerine kadar çıkmayı hedeflemiştim. Ancak Knidos’ta bulunduğumuz gün hava sıcaklığının Datça Yarımadasında pek alışılmadık şekilde yüksek olması bu fikrimden caymama neden oldu. Başka bir sefere bıraktık bu isteğimizi.
 

Akşamüstü Hayıtbükü’ne doğru yol almak üzere çıpamızı Knidos’un serin sularından vira ettik. Yolda sırasıyla Aslanburnu, Palamutbükü Adası ve Adatepe Burunlarını iskelemizde bırakarak Hayıtbükü’ne giriş yaptık. Güney batı yönünden esen ve geniş apazdan aldığımız hafif rüzgar 4 knot civarı hızla yaklaşık 2,5 saatte getirmişti bizi Hayıtbükü’ne. Hayıtbükü, yamaçta bulunan Mesudiye Köyü’nün denizle buluştuğu iki koydan güneyde olanı. Hayıtbükü Koyuna girişte sancak tarafta kalan palmiye ağaçları tropik ada görüntüsüyle karşılıyor gelenleri. Geçtiğimiz sene bir grup arkadaşla karadan yaptığımız gezide, koyda bulunan ahşap evlerde birkaç gün tatil yapmıştık. Bu kez koyun karşı tarafında bulunan balıkçı barınağının taşlarına koltuk aldık. Solugan alır endişesi vardı ama yersiz bir beklentiymiş deniz muhteşemdi. Ekip olarak teknede yediğimiz ilk akşam yemeği oldukça keyifli geçti. Yemek sonrası Mehmet ve Ali denize girerek keyiflerini perçinlediler. Diğer ekip üyeleri ise ilk günün yorgunluğu ve parlatılan kadehlerin etkisiyle uyumayı tercih ettik.
 

Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra rotamızı Datça’ya çevirdik. Rüzgarsız bir havada motor seyri yaparak seyretmek zorunda kalınca misinamızı denize indirip 3-4 knotlık hızla kıyıya yakın ama derin sularda seyrederek balık yolu gözledik. Her zamanki rapaladan farklı sardalya balığına benzer bir çeşit denememize rağmen balıklar yine rapalamızı beğenmedi. Yolumuz üzerinde bulunan Domuz Çukuru koyunda mola verdik. Koyda kıyıya yaklaşık 100 metre kadar uzaklığa 10 metre derinliğe funda ettik. Koyda bizden başka 3-4 adet günlük gezi teknesi daha vardı. Tüm ekip yüzerek kıyıya çıktı. Kıyıda oldukça mütevazi bir tesis var. Tesisten sorumlu bir arkadaş kıyıda bizi karşıladı. Ekibimizin soruları eşliğinde tesisi görevli ile birlikte gezdik. Aldığımız bilgilere göre buraya karadan taşıt yolu bulunmuyormuş. Tesise gelmek isteyenler Datça- Knidos karayolunda araçtan inerek patika bir yol üzerinde yaklaşık 1,5 saatlik yürüyüşle gelebiliyorlar. Elektik jeneratör ile su bahçede bulunan kuyudan temin ediliyor. Tesiste yiyeceklerin büyük bir kısmı bahçeye kendilerinin ektikleri sebzelerden temin ediliyor. Yani harika doğa ve deniz arayan, ancak bunun dışında fazla bir beklentiye sahip olmayan tatilciler tarafından tercih edilebilir. Denizden gelenler ise deniz molası için mutlaka bu koya uğramalılar.
 

Öğlen saatlerinde İnce Burun fenerini dönüp dip taraftaki koya çıpamızı funda ettik. Koyun güney batı tarafından esen hafif serin rüzgar ve oldukça serin deniz suyu bizi sıcağın bunaltıcı havasından kurtardı. Deniz suyunun serinliğinden faydalanıp kumanyamızda bulunan karpuzumuzu denizde soğuttuk. Yemek sonrası yolda Hüseyin ve Ali kirlenen masa örtüsünü değişik bir yöntemle yıkamaya karar verdiler. Seyir eden teknemizin kıç tarafına oturup her iki ucunda tuttukları örtüyü denize bıraktılar. Örtü kuruduğunda yöntemin oldukça başarılı olduğunu gördük. Armutlusu ve Kargı koylarını iskelemizde bırakıp Datça limanına dümen kırdık. Limanda çıpamızı funda edip beton rıhtıma koltuk halatlarımızı bağladık. Ekip üyelerinden Hüseyin ile burada ayrılacaktık. Hüseyin, önemli bir işinden dolayı Pazartesi günü İzmir’de olması gerekiyordu. Yolda gelirken tablet bilgisayar ve 3G bağlantı hızıyla otobüs biletini almıştık. Denizin ortasında, internet üzerinden bilet alma işlemi teknolojinin güncel hayattaki faydalı uygulamalarına bir örnek oldu. Saat 18:00 otobüsüne binecek olan arkadaşımızı uğurlamak için tekneyi kilitleyip, çarşı içinden yürüyerek otobüs yazıhanesine gittik. Tatilini yarıda kesmek zorunda olan arkadaşımızı buruk bir şekilde uğurladıktan sonra tekneye döndük. Akşam yemek saatine kadar sahilden yürüyerek Datça Devlet Hastanesinin bulunduğu koya kadar yürüyüş yaptık. Kapanmış Öğretmenevi önünde bir banka oturup bu sefer karadan denizi ve denizdeki tekneleri seyrettik biraz.
 

Pazartesi sabahı teknemizin su deposuna takviye yapıp elektrik bağlantımızı karadan ayırıp Datça’dan ayrıldık. Arkun, karadan ayrılır ayrılmaz artık görev edindiği için mi yoksa hırs yaptığı için mi bilinmez yine oltayı hazırlayıp denize bıraktı. Dümenimizi Datça’nın güney tarafında bulunan Kargı Koyu’na doğru çevirdik. Kargı Koyu’na çıpamızı bırakmadan önce topladığımız olta yine boştu. Balık konusunda başarısızlığımız tescillendi artık. Kargı Koyu’nu ekipte bulunan arkadaşımız Ali tavsiye etmişti. Kıyıda yanından küçük bir dere akan restoranın önünde alargada çıpamızı funda ettik. Yüzerek kıyıya çıktık ve tavsiye edilen pidenin tadına bakmaya karar verdik. Ancak yanımıza çok cüzi bir para aldığımızdan tadımlık sipariş vermek zorunda kalmıştık. Bir süre sonra Volkan Enişte botla ve yanında parayla kurtarıcı gibi kıyıya geldiğinde, Ali kutu veya şişe meşrubatın mı daha ucuz olduğunu garsona sormakla meşguldü. Eniştemizin gelmesiyle siparişler birden ikiye katlanıverdi.


Mehmet’in çıpamızı vira etmesiyle Palamutbükü’ne doğru seyre başladık. İnce Burun Fenerini bu kez sancağımızda bırakıp batıya doğru yönlendik. Orsamızdan esen rüzgara karşı tramolalar atarak üç saatlik bir seyrin ardından limana giriş yaptık. Seyir sırasında pruvamızdan gelen ve teknemize vuran iri dalgalar, alışık olmayan ekip üyelerini biraz hırpaladı. Liman, dışarıdaki iri dalgalardan sonra havuz durgunluğunda karşıladı bizleri. Girişin sancak tarafında, restoranların ön kısmında bulunan bölgede limandaki görevli elinde tonoz şamandırasını sallayarak bizi çağırıyordu. Çıpa hazırlığımızı yarıda bırakarak tornistanla rıhtıma yanaştık. Koltuk halatlarımızı kıyıya bağlayıp tonoz halatını da iyice gerdikten sonra kıyıya çıktık.
 

Ekip üyeleri duş almak üzere kıyıdaki Adamik Restoran’a doğru giderken, Mehmet ve ben limanın yanındaki küçük plajda denize girerek yorgunluk atmayı tercih ettik. Tekneye döndüğümüzde yanımızdaki teknenin kaptanı ile tanıştık. Serdar adında eski bir uzakyol gemi kaptanıydı kendisi. Emeklilik yaşamını Kuzey Kıbrıs ve Sığacıkta sürdürüyormuş. Kuzey Kıbrıs’ta bulunan eşini alıp şu an yaşamakta olduğu Sığacık’a dönüyorlarmış. Kaptan ve fotoğraf çekme merakı olan Avustralya asıllı eşi ile akşam saatlerinde de fotoğraf, tekne ve denizcilik konularında sohbet ettik. Sabah çok erken yola çıkacakları için birbirimize iletişim bilgilerimizi verip ayrıldık kaptan ve eşinden.
 

Palamutbükü, oldukça uzun bir sahile sahip. Yaklaşık 1500 metre uzunluğundaki bu sahil güneyli rüzgarlara tamamen açık. Liman dışında gecelemek pek mümkün görünmüyor. Sahil iri kum ve küçük yuvarlak taşlardan oluşuyor. Yaka Köyü’nün deniz bağlantısı konumunda olan Palamutbükü sahilinde birçok pansiyon, butik otel ve restoran mevcut. Akşamüstü sahilde yaptığımız yürüyüş sırasında badem satan yaşlı bir amcanın yanına uğradık. Amca sahilde küçük bir dükkan açmış ve kabuklu kabuksuz badem satıyor. Biz dükkana uğradığımızda arızalanan florasan lambasını onarmaya çalışıyordu. Eniştem, bizim yeğen elektrik işinden anlar deyip beni yönlendirdi. Bende arızayı onarmak için bir taburenin üzerine basıp çıkmak isterken, çürüyen plastik taburenin ortası kırıldı ve ayağım içine girdi. Sendeleyip amcanın üzerine düşünce onunla kucaklaştık. Üzerimizdeki şaşkınlığı atlattıktan sonra dışarıdan merdiven bulup arızayı onardım. Eniştem ve bademci amca bu durumdan kendilerini sorumlu tutarak oldukça üzülmüşlerdi. Bademci amca, her ne kadar kabul etmesem de bu durumdan dolayı ısrarla bir torba bademi bize hediye etti.             
 

   Akşam yemeğimizi limanın hemen arka tarafında bulunan ve limana bağlandıktan sonra duş vb. ihtiyaçlarımızı karşıladığımız Adamik Restoranda yeme kararı verdik. Restoran işletmecisi Gürcan sabah kendisinin avladığı iki tane kiloluk levrek balığını ızgara yaparak sundu bize. Balıkları Deveboynu Burnu’nun da avladığını söyledi. Bende 2007 yılında fırtına sonucu kayalıklara vuran JOJO A yük gemisinin akıbetini sordum. Gemi tamamen batmış ve 20 metre civarında derinlikte balıklara yuva olmuş. 2007 yılında kayalara vurmuş halini gördüğüm geminin ev sahipliği yaptığı balıkları yemek farklı bir his oluşturdu. Ayrıca Gürcan kardeş, çok tavsiye ettiği sakız ağacı dalını şiş olarak kullanarak yaptığı “Sakızgırıkta Köfteyi” de tadımlık getirdi soframıza. Balık ve zeytinyağlı mezelere “Yeni” adındaki meşhur Türk ilacı da eşlik edince sofra ziyafete dönüştü.
 

Sabah kahvaltısını limanda yapmak yerine 10 mil uzaklığımızda olan Knidos’ta yapmayı uygun bulduk. Bir gün öncenin tersine rüzgarın hiç olmadığı, sabah saatleri olmasına rağmen oldukça sıcak bir havada limandan ayrıldık. Motorla seyir ederek 1,5 saat kadar sonra Knidos limanına giriş yaptık. Knidos’a geldiğimizde belki de kahvaltı yapmadan yola çıktığımız için Mehmet mide bulantısı şikayeti olduğunu belirtti. Birkaç yıl öncede yapmış olduğumuz bir seyirde yaşadığımız bu sorun yine başımıza gelmiş oldu. Aç mide ile denize açılmak bazı bünyeleri rahatsız edebiliyor. Tecrübe defterime bu kez kalın harflerle not aldım bu durumu.
 

Kahvaltıda Ali, kumanyamızda artan yumurtaları ve bayat ekmeği israf olmasın diye değerlendireceğini söyleyip mutfağa girdi. Bayat ekmekleri küçük parçalara ayırıp yağda kızartmış ve üstüne yumurtaları kırıp karıştırmış. Genel olarak mürettebat tarafından pek rağbet görmeyen yemek, Knidos’un balıkları tarafından da önce tereddütle karşılanıp yenmese de sonradan çok beğenildi. Kinidos’un balıkları bu lezzetli kahvaltılık yemeği çok arayacaklar mı bilinmez ama kahvaltı sonrası Knidos’un serin sularında deniz banyosu yaptıktan sonra istemeyerek tekrar ayrıldık bu antik güzellikten.

Deveboynu burnunu dönüp dümenimizi 0 dereceye döndürdüğümüzde batıdan esen hafif rüzgarla doldurduk yelkenlerimizi. Trim ayarlarımızı yaptıktan sonra 10 knot civarı esen rüzgarda 3-4 knot hızla İstanköy Adasına (Kos) doğru tırmanmaya başladık. Son gün olmasının verdiği hüzün kaplamıştı hepimizi. Yelkenlerimizi dolduran rüzgarın esintisine “ben nerdeyim” diyerek eşlik eden Bülent Ortaçgil duygulara tercüman oluyordu sanki.
 
İstanköy adasının doğu kıyılarına yaklaştıkça rüzgarın hızı artmaya başladı. Özellikle öğleden sonraları Ada ile Turgutreis arasına sıkışan hava burada her zaman iyi rüzgar yapıyor. Pruvamızdan aldığımız 20-25 knot’lık kuvvetli rüzgara karşı bir adaya doğru, bir Aspat’a doğru tromalar atarak tırmandık kuzeye doğru. Akyarların açıklarına geldiğimizde eniştemin ısrarlı uyarısı dikkatimizi sürekli olarak arkamızdan bize eşlik eden misinamıza yönlendirdi. Kamış sürekli kafa atıyor, misinada büyük bir hızla boşalıyordu. Tam duruma hakim olacakken misinanın kopma sesi hepimizde şok etkisi yarattı. Gezinin sonunda gelen kısmet böylece uçup gitmişti. Şaşkınlık ve üzüntü ile D-Marin Turgutreis’e giriş yaptık. Yakıt iskelesinden yakıtımızı tamamlarken, istasyon görevlisi misinamızı koparttığımız bölgede son zamanlarda çok miktarda trança alındığını, muhtemelen bizim misinamızı da bir tarançanın kopartmış olacağını söyleyince, üzüntümüz dövünmeye dönüştü. Neyse balık işi, kısmet işidir. Başka bir sefere deyip D35 pantonuna doğru yöneldik.




 

15 -19 HAZİRAN 2012 BODRUM – DATÇA – BODRUM ROTASI
 
1.GÜN (16 HAZİRAN 2012 CUMARTESİ)
TURGUTREİS D-MARIN – ASPAT KOYU - KNIDOS KOYU (ÖĞLE YEMEĞİ) - HAYITBÜKÜ (38 MİL) GECELEME.
2.GÜN (17 HAZİRAN 2012 PAZAR)
HAYITBÜKÜ – DOMUZ ÇUKURU - İNCEBURUN (ÖĞLE YEMEĞİ) - DATÇA (11 MİL) GECELEME.
 
3.GÜN (18 HAZİRAN 2012 PAZARTESİ)
DATÇA - KARGI KOYU (ÖĞLE YEMEĞİ) -  İNCE BURUN - PALAMUTBÜKÜ (15 MİL) GECELEME.
 
4.GÜN (19 HAZİRAN 2012 SALI)
PALAMUTBÜKÜ - KNIDOS - TURGUTREİS D-MARİN (31 MİL)

GÖKOVA İZLENİMLERİ 20-26 AĞUSTOS 2007


Teknemiz bizi, Bodrum Turgutreis’te bulunan D-Marin’de bekliyordu. Beneteau marka, 2007 model Cyclades 43.3 yeni ve güzel bir tekne. Eagleyachting firmasının ilk teknesi. Tekne ölçüleri oldukça ideal diyebilirim. Odalar ve salon geniş ve ferah. Başta master kabin ve kıçta iki kabin olmak üzere üç kabinli. Her kabinde banyo ve tuvaleti var. Salondaki oturma grubun ortasındaki masayı aşağı indirince geniş bir yatak oluyor. Salonun iskele tarafının tamamını mutfak oluşturuyor. İki buzdolabı ve birisi mikrodalga olmak üzere ikide fırın var. Havuzluk kullanım için oldukça geniş. Ortadaki açılabilir masada altı kişi çok rahat yemek yiyebilir. Son yıllarda inşa edilen yeni nesil gezi teknelerinin çoğunluğunda tercih edilen çift dümen dolabı bu teknede de kullanılmış. Havuzlukta çift dümen dolabı olması orta taraf için rahat bir kullanım alanı sağlıyor. Bu sayede tekneye biniş ve inişler de daha kolay oluyor. Raymarine 8,4” GPS, Chart plotter, otopilot, telsiz ve diğer elektronik navigasyon cihazları teknede mevcut. 100 metre zincir ve CQR demir güven veriyor. Charter teknelerinde genellikle tercih edilen sarma ana yelken bu teknede de tercih edilmiş. Sarma ana yelken, bize daha önce Beneteau First 40.0 teknede alıştığımız yelken performansını pek vermese de son gün yelkenle 9- 10 knot civarı hıza ulaşıp, uzunca bir süre seyir yapabilmemizi de sağladı. 

Pazartesi sabahı erken saatlerde İzmir, Aliağa’dan yola çıktık. Mürettebat, eşim Canan, Canan’ın kız kardeşi Gülcan, yeğenimiz Kaan ve kuzenimiz Figen’den oluşuyordu. Son gün dönüş yolumuzda Gülcan’ın eşi yani bacanağım Serdar bize katıldı. Kumanya alışverişimizi birkaç eksik dışında bir gün önceden tamamlamıştık. Kumanyadaki eksikleri tamamlama, eşyalarımızı tekneye yerleştirme ve Fırat Kaptan tarafından teknemiz ile ilgili ayrıntılı bilgileri alalım derken oldukça zaman kaybettik. Belirlediğimiz çıkış saatinden yaklaşık iki saat kadar sarkma oldu. Programımıza göre ilk gün 40 mil kadar uzun seyir ve akşamı Büyük Çatı koyunda geceleme planlamıştık. Ancak gidiş rotamızda rüzgarı tam pupamızdan alıyor olmamız, kontrollü kavança atarak yavaş bir seyir yapmamızı gerektirdi. Dolayısıyla biraz zamanı da burada kaybettik. Motor yaparak da aradaki zamanı kapatamayınca B Planına geçip yakınımızdaki Gölyeri koyunun orta kısmına kıçtankara yaptık. Botumuz güvertede bağlı olduğu için Canan, halatın bir ucunu alıp yüzerek kıyıya bağlamak için denize atladı. Ancak koyda demir atmış balıkçı teknelerinden kıyıda çok fazla denizkestanesi olduğu uyarısı aldık. Ardından genç bir balıkçı arkadaş paletlerini giyip halatımızı Canan’dan alıp kıyıya bağladı. Günlük yaşamda unutmaya başladığımız yardımlaşmaya, denizlerimizde daha ilk günden rastlamıştık.  

Ertesi sabah erkenden 6 mil kadar seyir yapıp Büyük Çatı koyuna vardık. Girişte sancak tarafımızda kalan küçük koya demir attık. Deniz muhteşemdi. Öğlen yemeğine kadar burada kalmamıza rağmen tadına doyamadık. Botla koyun içlerine doğru gidince küçük bir iskele ve kıyıda tulumba gördük. Burada iskeleye bağlı balıkçılarla biraz sohbet edip, getirdiğimiz su şişelerini doldurup su takviyesi yapmayı da ihmal etmedik.

Öğleden sonra Küçük Çatı, Balık Aşıran koylarını teğet geçip Amazon koyunun karşısındaki melteme korunaklı Mezar koyuna bağlandık. Bizimle beraber birkaç gulet daha bağlanmıştı. Akşam yemeği ve gecelemeyi burada yaptık.

Sabah erkenden ve kahvaltı yapmadan Yedi Adalara doğru seyir yapmaya karar verdik. Kahvaltıyı Yedi Adalarda bir koyda yapacaktık. Ama pişman olduk. Kahvaltı etmeden seyir yapmamız bazılarımızın mide bulantısı yaşamasına neden oldu. Tramolalar atarak Mersincik ve Göllübük burunlarını döndük. Yedi adalara, Martılı Adanın Güney- Batı tarafından girerek, Çamaltı Koyunda alargada demir atarak mola verdik. Yedi Adalar aslında bir güne sığmayacak birkaç gün ayrılmaya değer çok güzel koylardan oluşan bir bölge. Bekar Liman, Babuş Bükü, Uzun Liman, Küfre Koyu hepsi birbirinden güzel koylar. Tadına varamadan başka bir seneye daha fazla zaman ayırmak kararıyla ayrılmak zorunda kaldık. Ama ayrılmadan Uzun Liman ile Zeytin Ada arasında motoru durdurup, demir atmadan, sırayla denizin tadına varıp ondan sonra veda ettik Yedi Adalara.

Programımıza göre Değirmen Bükü koyuna doğru yelken bastık. Kuzeye doğru çıktığımızdan uzunca bir süre rüzgarı iskele kontradan alarak apaz seyrin tadına vardık. Sırasıyla Teke, Koyun ve Tuztutan burunlarını dönüp doğuya doğru dönünce rüzgarımız azaldı. 54 Hp Yanmar devreye girdi ve bir süre seyre motorla devam ettik. Rotayı hesaplayıp tekneyi pek istemesek de autopilot’a bağlayıp kontrollü bir şekilde seyre devam ettik. Yaklaşık 4 saat süren seyirden sonra Değirmen Bükü içinde Çanak Koyuna (İngiliz Limanı) demir attık. Koyun doğu tarafında bir ağaca koltuk halatı ile bağlandık. Bağlanmak için genelde kayaları tercih ediyoruz. Ama uygun ve güvenli kayalar bulamadığımız durumlarda ağaçlara zarar verdiğimizi bile bile istemeden bağlanmak zorunda kalıyoruz. Bağlandığımız yer kıyıdan itibaren birden derinleştiği için kıyıya çok yakın bağlanabildik. Belki zamanında İngiliz gemileri tarafından bağlanmak için tercih edilmesinin bir nedeni de bu özelliği olabilir. Bilindiği üzere II. Dünya Savaşı’nda Alman donanmasından kaçan İngiliz gemileri ve denizaltıları bu limana saklanmış, birkaç ay burada barınmışlar. Bu nedenle halk buraya İngiliz Limanı adını yakıştırmış.

Ertesi sabah erken saate tekne halkı uyku durumundayken 1 mil kadar uzaklıktaki Okluk Koyuna botla kürek çekerek gittim. Denizkızı heykeline selam vererek koyun en başındaki Denizkızı Restorana ait iskeleye bağladım botu. Marketten taze ekmek vb. ihtiyaçları karşılayıp tekneye döndüm. Tekneye döndüğümde Figen teknedeki kullanma suyunun bittiği haberini verdi. İkinci tank göstergesi dolu gösteriyordu ama su bitmişti. Demir alıp botla gidip ihtiyaç karşıladığım iskeleye bağlandık yeniden. Her iki tankı da suyumuzu taşırana kadar doldurup, buzdolabımıza yarım kalıp buz takviyesi yapıp, gelmişken duş ihtiyacımızı da karşıladıktan sonra ayrıldık iskeleden.

Sedir Adasına doğru geniş apaz yelken yaparak seyir etmeye başladık. Bir süre bu şekilde seyir yaptıktan sonra orta suda yunuslar etrafımızı sardı birden. Yaşamımız boyunca ilk defa karşılaştık böyle bir güzellikle. Teknemizin dört bir yanında zaman zaman sudan sıçrayarak eşlik ettiler bir süre bize. Sedir Adasına, adanın güney-doğusundaki boğazdan geçerek, kuzey tarafına plajın karşısına gelen bölgede demir attık. Adeta pazaryeri gibiydi burası. Bizim gibi onlarca tekne dışında, çok miktarda gulet vardı. Birde yüksek sesli şarkılar türküler çalarak, kural tanımadan tekne aralarından slalom yaparak seyir eden günlük tur tekneleri. Bu güzel yerde birkaç saat ancak mola verip rotamızı gecelemeyi planladığımız Karacasöğüt’e doğru çevirdik.

Yelkenleri basıp biraz rüzgara karşı orsa seyir yaptıktan sonra Karacasöğüt limanına girdik. Girişte Optimist ve Laser teknelerle yelken yapan küçük yaştaki yelkencilerin arasında kaldık birden. Dikkat ederek koya girdik. Martı Marinaya bağlanmayı düşünürken kalabalık olduğunu görüp tam karşıda koyun kuzey-batı tarafında kıyıya kıçtan kara yaptık. Burada derinlik oldukça fazla ve akıntıda hissediliyor. Kaan ve Gülcan bota atlayıp kürek çekerek koltuk halatını kıyıya ulaştırmaya çalışırken yanımızdaki motor yatın mürettebatı bize yardımcı olup halatımızı kıyıya bağladılar.  Balıkçı ya da motor yat pek fark etmiyor denizde yardımlaşma çok güzel gerçekten.

Ertesi sabah demir alıp tadına doyamadığımız İngiliz Limanına tekrar geriye dönüp, bütün günümüzü burada geçirdik bu sefer. Bol bol deniz keyfi yaparak dönüş yolumuzdaki uzun seyir için güç depoladık biraz.

Sabah kahvaltıdan sonra dönüş güzergahımızdaki atlama noktası olarak belirlediğimiz Çökertme Koyuna doğru yola çıktık. Yolda rüzgarın durumuna göre bazen orsa, bazen dar apaz kontralarla taramolalar atarak seyir yaparak yaklaşık 6 saatte çökertmeye vardık. Çökertme, Gökova Körfezinin Kuzey kıyılarında bulunan korunaklı bir liman olarak biliniyor. Koyun batısında bulunan iki koyun arasındaki çıkıntı kayalığa bağlandık. Akşam yemeği hazırlıkları yaparken bu sefer tüpümüz bitmişti. Yedek tüpümüz vardı ancak orijinal tüp ile adaptörleri uyuşmuyordu. Yemek olarak soğuk bir şeyler hazırlayıp o şekilde idare ettik.

Kıçtankara bağlanırken genelde çift koltuk halatı atmayı tercih ediyoruz. Bu alışkanlığımızın faydasını gecenin ilerleyen saatlerinde gördük. Sakin olan hava gece yarısına doğru birden esmeye başladı. Rüzgar koyun kuzey tarafındaki yamaçlardan oldukça sert ve sıcak esiyordu. Önce yanımızda rüzgar altımızda kalan guletin çapası taradı. Bizler tetikte beklerken rüzgar üstümüzde bizden biraz ilerde bağlı motor yatlarda hareket başladı ve çapalarını tazeledi hepsi. Biz sağlamda olduğumuzu düşünürken, Canan koltuk halatımızdan birisinin boşlanmaya başladığını gördü. Irgattan zincir boşluğumuzu alıp çapanın sağlam bir yere tutunmasını umduk ama başarılı olamadık. Yanımızdaki guletler bize yakın olduğu için onların üzerine sürüklenme endişesiyle halatları toplayıp alargada kalmaya karar verdik. Koyun orta tarafına doğru ilerleyip demir attık. Bu arada saat gece yarısını oldukça geçmişti. Zemine güvenemediğimiz için nöbetleşe uyumaya karar verdik.
Sabah saat 6 civarı demir alıp yola çıktık. Geceki sert rüzgar azalmıştı. Liman çıkışı yelkenleri basıp motoru durdurduk. Rüzgar zaman zaman azalıyor bazen artıyordu. Yaklaşık yarım saat sonra kıyılarda bir rüzgar hareketi olduğunu görüp sevindik ama bu sevincimiz uzun sürmedi. Rüzgar geliyor diye sevinirken rüzgar oldukça sert gelmişti. Rüzgar göstergesi 27 ila 32 knot arasını gösterir oldu. Teknemizin oturaklı yapısı sert rüzgarda güven veriyordu. Biraz hızlı seyirden sonra yelkenleri toplamaya karar verdik. Rotamızı Karaada’nın arkasına doğru çevirdik. Aslında Orak Adası veya Pabuç koyuna girmeyi planlamıştık ama sert rüzgar gece bizi rahat bırakmayabilirdi. D-Marin’e gidip geceyi orada geçirmeyi daha akıllıca gördük. Karaada’nın güney tarafına geldiğimizde rüzgara siper olan adanın yüksek tepeleri bizi rahatlattı. Adayı geçince rüzgar gene karşımıza çıksa da bu rahatlıkla zaten az kalan yolumuzu da tamamladık. Marinadaki yerimize bağlanıp geceyi marina havasında geçirmeye karar verdik. Ertesi gün teknemizi aldığımız andan daha temiz teslim etme sorumluluğuyla, yıkayıp, temizliğini yaptıktan sonra Fırat Kaptan’a teslim ettik. Bir hafta süren gezimizin, bize bıraktığı güzel anılarla İzmir’e doğru dönüş yolumuza çıktık.



 

20 -26 AĞUSTOS 2007 GÖKOVA ROTASI
1.GÜN
TURGUTREİS D-MARIN- ÇATI KOYU. ÇATIDA GECELEME. (43 MİL)
2.GÜN
KÜÇÜK ÇATI- BALIK AŞIRAN VE YEDİ ADALAR. YEDİ ADALARDA GECELEME. (9 MİL)
3.GÜN
YEDİ ADALAR KOYLARI. TUZLA VEYA LÖNGÖZ’DE GECELEME.(10 MİL)
4.GÜN
DEĞİRMEN BÜKÜ (İNGİLİZ LİMANI- OKLUK KOYU VB.). OKLUKDA GECELEME. (8 MİL)
5.GÜN
SEDİR ADASI. KARACASÖĞÜT’E DÖNÜŞ. KARACASÖĞÜTTE GECELEME.(10 MİL)
6.GÜN
ÇÖKERTME’YE ÇIKIŞ. GECELEME.(20 MİL)
7.GÜN
ALAKIŞLA VE ORAKLAR KOYLARI. TURGUTREİS D-MARIN.(30 MİL)

HİSARÖNÜ KÖRFEZİ İZLENİMLERİ 25-31 AĞUSTOS 2008


24 Ağustos günü öğle saatlerinde İzmir’den yola çıktık. Keyifli bir yolculuğun ardından Turgutreis D-Marinde bizi bekleyen teknemiz Eagle1’a akşam 18:ºº civarı ulaştık. Aradan geçen bir sene boyunca onu çok özlemişiz. Eagle1, 2007 model Beneteau Cyclades 43.3 marka/model bir tekne. Gezi sınıfı teknelerde artık standart olan geniş bir gövdeye sahip olmasından dolayı “Şişman Kız” diyoruz biz ona. 
 
Akşam tekne ihtiyaçlarımızı tekrar gözden geçirip, eksikleri marinanın yakınındaki alışveriş merkezinden giderdik. Sonrasında hanımlar tekne içinde, beyler dışarıda yoğun bir temizlik faaliyetine giriştik. Ardından akşam yemeğimizi yedik ve erkenden yattık. Bu seneki mürettebatımız üç akraba aileden oluşuyor. Keser, Günal ve İşlek aileleri. Benim kız kardeşim Özlem ve eşi Hüseyin, Eşim Canan’ın kız kardeşi Gülcan ve eşi Serdar ve küçük mürettebatlarımız Yiğit, Gaye ve geçen yıldan tecrübeli Kaan.
 
25 Ağustos sabahı Turgutreis D-Marin’den saat 9:ºº civarı ayrıldık. Kahvaltımızı Aspat koyu ile Karaincir koyu arasında yapmayı planlamıştık. İki koyun arasında bulunan sitenin önüne demir attık. Bu koyu seçmemizin nedeni sitede evi bulunan Teyzem ve Eniştemin bir hafta sürecek olan gezimiz öncesi bizi uğurlamak istemeleriydi. Koyun girişinde 5 metre kum zemine demir attık. Yaklaşık bir saat kahvaltı ve deniz sefasından sonra çıpamızı vira ettik. Volkan Enişte, komşularının sürat teknesiyle bir süre bize eşlik ederek uğurlama merasimi düzenledi ve bir hafta sürecek seyrimize başladık.
 
İlk günkü rotamız yaklaşık 25 millik uzaklıkta bulunan Knidos. Karaincir koyundan çıkar çıkmaz karayelden esen 15 knotlık rüzgarı bulunca geniş apazdan keyifli bir seyir yapma hevesiyle yelkenleri fora ettik. Sarma ana yelkene sahip teknemizde yelkeni açarken bir tuhaflık gözümüze çarptı. Mandarın bir miktar aşağı düşmesinden dolayı, ana yelkenin kurula yakası bir miktar yerinden çıkmıştı. Hüseyin direk dibinde yelkeni rayına sokarken ben ve Serdar mandar halatını yukarı çekip sabitlemeye çalıştık. Sıkıntılı bir 15-20 dakikanın ardından işlemi tamamladık. İstanköy (Kos) adasına yaklaşırken Yunan bayrağını sancak gurcataya toka edip adanın doğu kıyılarını sıyırarak geçtik.
 
Deveboynu burnunu dönerken kayalıklara oturmuş kuru yük gemisi göze çarpıyor. JOJO A isimli gemi, dümeninin kilitlenmesi sonucu 2007 Kasım ayında sert bir havada buradaki kayalıklara sürüklenmiş. İzmit’ten Suriye’ye giden 83 metrelik geminin mürettebatının tamamı kurtarılmış. Denizin hata ve ihmal kabul etmediğinin simgesi ve dersi gibi önünden geçenleri hüzünlü bir şekilde selamlıyor.
 
Knidos, Datça yarımadasının en ucunda bulunan ve iki limandan oluşan güzelliğinden hala bir şey kaybetmemiş üç bin yıllık tarihi bir Dor şehri. Bu gün yıkıntı haliyle bile bu kadar güzelken zamanında nasıldı kim bilir. Knidos’un güney-doğusundaki büyük limana saat 17:ºº civarı dikkatlice giriş yaptık. Gözümüze, koyun girişte iskele tarafında kalan, güney kıyısında iki teknenin arasını kestirdikten sonra, tornistan yaparak 10 metre derinlikte kum zemine demir atmaya başladık. Birbirine oldukça uzak olan biri Fransız, diğeri İtalyan iki teknede bulunanlar yanaşmaya çalıştığımız yere demir atmamamız konusunda bize uyarılarda bulunuyorlardı. Anlamsız gelen bu isteğin nedenini sonradan anladık. İki tekne birbirinden oldukça uzaktı, fakat çıpalarını birbirlerine yakın atmışlardı. Serdar gözlükle denize atlayıp iki teknenin çıpa yerlerini tespit ettikten sonra iki çıpanın arasına funda ettik bizde çıpamızı. Hüseyin’de yüzerek çıktığı kıyıda koltuk halatımızı tarihi liman taşlarından birisine bağladı. İlk akşam yemek işini de erkek mürettebat üstlendi. Mutfağa geçip gırgır, muhabbet akşam mönüsünü hazırladık. Şarapları ile ünlü Knidos’ta akşam yemeğinde tüm gezimizin güzel geçmesi dileğiyle tokuşturduk kadehlerimizi. M.Ö 300’lü yıllarda yapılmış, birçok kentten görmeye gelinen ve zamanının en güzel heykellerinden birisi kabul edilen Afrodit heykelinin bulunduğu ve zamanının ünlü bilim adamlarından birisi kabul edilen Eudoksos’un yaşadığı topraklarda erkenden uykuya daldık.
 
Ertesi sabah Datça’ya doğru yola çıktık. 22 mil süren yolculuğumuzun çoğunda rüzgarsızlıktan motor yapmak zorunda kaldık. İnce Burun’a varmadan Domuz Çukuru koyunun açıklarında, özellikle teknemizdeki küçük tayfaların ısrarı ile koyu lacivert sularda deniz molası verdik. Kısa ama çok keyifli moladan sonra İnce Burun’u dönüp Datça’ya doğru bir saat kadar yol yaptık. Kısa süre kalmayı planladığımız Datça limanında alargaya demir attık. Ben hariç bütün mürettebat, botla kıyıya çıkıp buz vb. bazı ihtiyaçları karşılayıp, bir buçuk saat kadar sonra tekneye döndüler. Datça, önümüzdeki yıl yapmayı planladığımız seyirde en az bir gün kalacak şekilde programımızda bulunuyor. Bu yıl sadece ihtiyaç molası için uğradık bu güzel ilçeye. Geç kalmadan 15 mil tutacak yolumuza seyre başladık. Rotamızda akşam kalacağımız Dirsek Bükü diğer adıyla Ağıl Bükü vardı. Rüzgar hızı yeterli ve kolayımızdan olunca yelkenlerimizi bastık. Dirsek Büküne yaklaştığımızda rüzgarın azalması ve saatinde ilerlemesi nedeniyle motara yüklendik tekrar. Akşam 18:³º civara koya giriş yaptık. Daha önce Dirsek Bükü’nün güzelliği ile ilgili tavsiyeler almış ve makaleler okumuştum. Hepsini doğrular ölçüde güzel bir koyla karşılaştık. Koyun batı kıyısına demir atmaya karar verdik. Bu kıyıda derinliğin bu kadar fazla olduğunu hiç tahmin etmemiştik doğrusu. Çıpayı funda ettiğimiz yerde 37 metre derinlik bizi şaşırttı.
 
Her sene gezi öncesi, aylar öncesinden hazırlanmaya başlarım. Haritalardan mesafeler ve derinlikleri, usta denizcimiz Sadun Boro ’nun, Vira Demir kitabından en ince detayları not alıp, güzergah ve rota konusunda hazırlıklar yaparım. Koylarda demirlenecek ve koltuk alınabilecek yerleri notlarıma alırım. Bu hazırlık safhası seyir sırasında karşılaşılacak sürprizlere karşı önceden tedbirli olmayı sağlıyor benim için. Bu sefer Dirsek Bükün’de derinlik konusunda gol yedik. Çok şükür zincirimiz bu tür durumlar için oldukça yeterli. Uzun zincirimiz sayesinde çıpamızı vira edip, koy’da başka bir arayışa girmemize gerek kalmadan güzel bir yere bağlandık.
 
Dirsek Bükün’de akşam yemeği öncesi Canan’da şiddetli karın ağrısı baş gösterdi. Birazda ateşinin olması bizi korkuttu. Elimizdeki ilaçlarla, sabahı beklemekten başka çaremiz yoktu. Sabah, akşama göre daha iyiydi ama yinede şikayeti devam ediyordu. Kahvaltı sonrası sırasıyla Topan, Uzun, Koca ve Kameriye adalarının arasından Selimiye koyuna girdik. Selimiye koyunda Naviga Dergisinde yazılarını keyifle okuduğum Çetin Kent’in bu sene faaliyete geçirdiği, Girit Restoranın önünde alargada 5 metre derinlikte demir attık. Kendisiyle tanışıp sohbet etmek isterdim ama tekneyi alargada yalnız bırakmak istemediğim için başka bir zamana bıraktım tanışmayı. Serdar ve Gülcan, Canan’ı botla Selimiye köyünde bulunan Sağlık Ocağına götürdüler. Doktorun muayene sonrası yaptığı iğne ve ilaçlar iyi geldi ve tatilinin rezil olmasını önledi.
 
İki saatlik Selimiye molasında ekibin yarısı Sağlık Ocağında iken,  Özlem, yeğenlerim Gaye, Yiğit ve Kaan teknede kalıp bol bol denize girdiler. Sağlık Ocağına giden ekip tekneye döndükten sonra, önce Selimiye Köyü’nün tam karşısında bulunan etrafı çam ağaçlarıyla çevrili koyda öğle yemeği ve deniz molası verip akşamı geçireceğimiz Orhaniye’ye doğru rota tuttuk. Kalacağımız yer konusunda henüz karar vermemiştik. Yakıt göstergemize pek güvenmediğimiz için, işi sağlama alıp mazot alabileceğimiz Martı Marina’nın yakıt pantonuna yanaşıp depoyu doldurmaya karar verdik. Biz yakıt alırken mürettebat marinayı dolaştı. Marina herkesin hoşuna gidince, yüksek günlük bağlama ücretini göze alıp akşamı marinada geçirmeye karar verdik. Nova iskelesinde bize gösterilen uygun bir yere bağlandık. Martı Marina’da işletme kalitesinde daha önceki yıllara göre düşüş göze çarpıyor. Oysa marinanın sahip olduğu olağanüstü doğal güzellik çok az marinada mevcut.
 
Sabah marinadan ayrılıp yaklaşık on dakikalık bir yol yapıp Kız Kumu ile tepesinde kale bulunan adanın arasında demir attık. Botumuzla, kısa bir seyirle koyun kuzey kıyısından, güneye doğru uzanan ve sanki tuğla kırıntılarından oluşmuş yarımadaya giderek üzerinde biraz yürüyüş yaptık.
 
Kızkumu’nun iki ayrı hikayesi var hangisi doğrudur bilmiyoruz ama birincisine göre   “Kralın kızı ile bir balıkçı birbirlerine aşık olmuş. Prenses ile balıkçı geceleri gizlice buluşuyorlarmış. Bu durumdan hoşnut olmayan kral, prensesi askerlerine takip ettiriyor. Prenses askerleri fark ediyor ve koyun ortasındaki kayıkta onu bekleyen sevdiği balıkçıya doğru koşmaya başlıyor. İki aşık tam buluşacakken bir ok isabet ediyor ve prenses kanlar içinde sevdiğinin kucağına düşüyor. Deniz kırmızı renge boyanıyor. Kumların o günden bugüne kadar kırmızı olması bu nedenleymiş.”
 
Diğer hikayeye göre ” 3 bin yıl önce BAYBASSOS kentinin  Kralı uzun savaş günleri sonrası savaşı kaybetmiş, kenti ele geçirilmiş ve öldürülmüş. BAYBASSOS Krallığı'nın Prensesi korsanlardan kaçmak ister. Prenses yüzme bilmediğinden eteğine kum doldurur ve karşı kıyıya geçmek için  eteğindeki kumları serperek kendisine yol yapmaya çalışır. Fakat gece yönünü kaybettiğinden eteğindeki kum biter ve prenses boğularak ölür.
O günlerden bugüne, bölge Kızkumu ismiyle anılıyor. Yöre sakinleri ve turistler, denizin içinde garip şekilde uzanan, iki yanı derin kum sette yürürken, dilek tutuyor”
 
Kızkumu’nu güzelliği ve hikayeleri ile geride bırakıp, saat 11:ºº civarı, 6 deniz mil uzaklıktaki Bencik Koyu’na doğru rota tuttuk. Yelkenleri basıp keyif yaptık yol boyunca. Bencik Koyu’nun diplerine kadar gidip bu muhteşem koyun güzel kıyılarını seyrettik. MTA Kampının karşısına denk gelen koyda demir attık. Havuz durgunluğundaki suda ağır ağır tornistan yaparak kıyıya yanaştık. Her zamanki gibi Hüseyin, koltuk halatımızı kıyıya yüzerek götürüp bağladı. Koltuk halatımızın kıyıya bağlanması sırasında 3 metrelik ahşap kayığı ile bize küçük bir denizci yardıma geldi. Yedinci sınıfa giden bu küçük denizcinin Bozburun’da yaşadığını ve yedinci sınıfa gittiğini öğrendik. Yaz ayları boyunca ailece Bencik’te babasının balıkçı teknesinde kalıyorlar ve balık avlıyorlarmış. Denizci dostumuz küçük kayığı ile bağlananlara yardım ediyor ve yanında getirdiği Datça bademi, adaçayı, yer fıstığı vb. şeyleri satıyor, aile bütçesine yardımcı oluyormuş. Yaptığımız alışveriş sırasında öğrendik ondan bunları. Sohbet sırasında biraz ilerimize yanaşmaya çalışan motor yata yardım etmeye uğurladık küçük denizcimizi. Havuz durgunluğundaki bu olağanüstü güzel koyda denizin tadına vardık doyasıya. Bencik Koyu, Gökova ile Hisarönü körfezini ayıran Datça Yarımadasının en ince olduğu bölge. Bencik Koyu’na, Gökova’daki Balıkaşıran koyu kuş uçumu 900 metre kadar uzaklıkta. Zamanı olanlar için kolaylıkla yürüyerek gidilecek uzaklıkta. Tepe noktadan hem Gökova’yı hem de Hisarönü Körfezi’ni aynı anda görmek mümkün.
 
Bencik Koyu’ndan istemeye istemeye saat 15:ºº  civarı ayrıldık. Yaklaşık 15 deniz mili uzaklıktaki Bozburun Beldesiydi rotamız. Ama Simi Adasından kopup gelen sert batılı rüzgar bizi oldukça zorladı. Atabol Burnu ve burundan yaklaşık 600 metre kadar uzaklıkta bulunan Atabol Feneri arasından geçip burnu dönünce rahatladık. Burundan dönerken birkaç dalgayı yandan almak zorunda kalınca teknedekiler biraz sarsıldı. Burunları geçerken, farklı yönlerden gelen dalgaların kesişmesi sonucu oluşan yönü belirsiz dalgalara dikkat etmek gerekiyor. Programımıza göre önce Kızılada’da mola verecektik. Fakat vaktin ilerlemiş olması ve günün yorgunluğu iyice üzerimize çöktüğü için, Kızılada molasını başka bir seyre bıraktık. Kızılada’nın güney kıyısından dönüp Bozburun Körfezi’ne girdiğimizde saat 19:ºº’a geliyordu. İskelenin batı tarafında uygun bir yere bağlandık. Limanı, Bozburun Belediye’si işletiyor ve iskelede su ve elektrik bulunuyor. Bağlama fiyatının Martı Marina’nın yarısına yakın olması biraz fazla geldi doğrusu. Bu fiyata hiç olmazsa tonoz hizmeti verseler içimiz yanmayacak. Bu tür yerlerde dikkatimi çeken, muhtarlık veya belediyeler, işletmesini yaptıkları iskelelere bir musluk, birde elektrik prizi koyduklarında hizmeti tamamladıklarını sanıyor ve bir dünya para alıp kenara çekiliyorlar. Bu başıbozukluğun zamanla düzeleceğini umut etmekten başka yapacak bir şey yok ne yazık ki.

Bozburun bu bölgedeki, Bodrum’dan sonraki en büyük tekne üretim yerlerinden birisi. Halkının çoğunluğu yaz aylarında Marmaris’te Gulet tipi teknelerle Mavi Yolculuk turizmi ile uğraşıyor, kışları ise beldedeki imalathanelerde tekne imalatı yapıyor.
 
Bozburun’da kaptan dostumuz Durmuş Kaptan’la buluştuk. Bölgede Gulet kaptanlığı yapıyor ve oldukça iyi tanınıyor. Aslında onunda bir çok Bozburun’lu gibi asıl mesleği marangozluk. Bizlerde, kaptanın daha önce sahip olduğu Yarımadalı isimli, 26 metrelik keç tipi teknesiyle iki kez Marmaris-Göcek gezisi yapmıştık. Bu şirin beldeyi iki yaşındaki sevimli kızıyla birlikte dolaştırdı bizi kaptan. Akşam evinde çay içmek üzere sözleştikten sonra ayrıldık ondan.
 
Hüseyin ve Serdar, hemen akşam yemeği organizasyonuna giriştiler. Balıkçıdan balık, marketten ucuz bir mangal satın almışlar. İskelenin arka tarafında bulunan parkta mangalımızı yakıp Hüseyin tarafından özenle hazırlanmış çipuralarımızı pişirdik sohbet eşliğinde. Bozburun iskelesine bağlı teknemizin havuzluğunda balık, rakı ve salata nefis bir akşam yemeği oldu doğrusu. Ertesi gün uzun bir yol bizi bekliyordu. Bilgisayardan hava raporunu incelediğimizde sert karayel ile karşı karşıya olacaktık. Rotamıza göre orsadan gelecek bu sert rüzgardan fazla etkilenmemek için sabah erken yola çıkmaya karar verdik.
 
Ertesi sabah saat 6:ºº’da Bozburun iskelesinden ayrıldık. Bu günkü rotamızın sonunda Palamutbükü vardı. Palamütbükü’ne doğru 33 mil sürecek yolumuzun üzerinde bulunan Simi Adası’na doğru rota tuttuk. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen, Simi Adasına kadar iki saat boyunca sert rüzgar ve kafadan aldığımız yüksek dalgalarla boğuşarak seyir yaptık. Simi Adasına geldiğimizde yüksek tepeler rüzgarı kesince sakinliğin ortasında bulduk kendimizi. Simi ve Nimos adalarının arasındaki dar boğaza doğru kasabayı uzaktan seyrederek ağır ağır yol aldık. Boğaz oldukça dar ve bazı yerlerde tehlikeli kayalar mevcut. Daha önce başka bir tekneyle harita, göz ve derinlik ölçerle dikkatlice geçtiğimiz boğazdan bu sefer teknemizin havuzluğunda bulunan Raymarine C80 chart plotter rahatlığıyla geçtik. Kalan 16 millik yolu daha sakin bir havada geçtikten sonra Palamutbükü iskelesine saat 11:³º civarı giriş yaptık. Muhtarlık tarafından işletilen iskelenin batı tarafına iki tekne arasına tornistan yaparak bağlandık. Serdar, muhtarlık görevlisiyle biraz pazarlık yaparak, fiyatta küçükte olsa bir miktar indirim sağladı. Günün geri kalan bölümünü ve geceyi burada geçirecektik. İlk işimiz iskelenin hemen arka tarafında bulunan küçük plajda deniz keyfi yapmak oldu.
 
Palamutbükü yaklaşık 1,5 kilometreyi bulan sahili, temiz berrak denizi ile şirin bir yerleşim. Akşamüstü sahil boyunca yürüyüş yaparak çevreyi tanımaya çalıştık. Kıyıda birçok yazlık ev ve küçük pansiyonlar var. Plajın kıyısında ise birçok kafetarya bulunmakta. Palamutbükü’ne komşu olan ve fazlaca methini duyduğumuz Mesudiye ve Hayıtbükü’nü görmeyi sonraki yıllara bıraktık.
 
Sabah 7:ºº civarı Palamutbükü iskelesinden demir alıp, Knidos’a doğru rota tutmaya başladık. Dönüşte Knidos’ta mola vermeyip, doğruca Karaincir Koyu’na gidecektik. Gece kontrol ettiğimiz hava raporu, rüzgarın en fazla 5 bofor kuvveti civarında ve karayelden eseceğini gösteriyordu. Hava raporu Datça Yarımadasının uç noktasında bulunan yüksek tepelerden 7-8 bofor kuvveti arası fırtınamsı yerel rüzgarın eseceğini bilememişti. Knidos burnunu dönüp rotamızı kuzeye yani Kos adasına verdikten sonra rüzgar azaldı. Kos adasına yaklaştıkça da iyice etkisini kaybetti. Oysaki biz burnu döndüğümüzde daha şiddetli bir rüzgar olacağını düşünüyorduk. Sancağımızdaki Kocadağ’ın yüksek tepeleri, rüzgarı kesip azaltacağına rüzgarın kaynağıymış meğer. Datça burnundan itibaren bizi takip eden martı kuşlarına bayatlamış ekmeklerimizi atarak keyifli ve sakin bir yolculuk yaptık yol boyunca. Kos adasının doğu burnundan saat 10:ºº civarı geçip,  saat 12:ºº gibi Karaincir koyu’nun kumluk zeminine 6 metre derinliğe funda ettik çıpamızı. Bir hafta önce gezimizi başlattığımız bu güzel koyda, birkaç saat dinlenme molası verip, bir şeyler atıştırdıktan sonra demir alıp Turgutreis Beldesi’nin karşısında bulunan Çatal Adaya rota tuttuk. Çatal Ada’da, bazılarımız serin denizde yüzerken, bazılarımızda öğle uykusunu tercih etti.
 
Aslında Datça Yarımadasının harika güney kıyılarını ve Hisarönü körfezinin tamamını bir haftalık geziyle bitirmek imkansız. Fakat kısıtlı tatil zamanı bizleri buna zorunlu kılıyor. Çok iyi seyir programı yapıp çıkmak gerekiyor. Gelecekte daha uzun zaman dilimlerinde rahat rahat yapılacak seyirler için keşif gezileri oluyor bir bakıma.
 
Günler su gibi akıp geçmiş, takvim 30 Ağustos’u göstermişti. Hem güzel bir tatilin keyfi, hem sorunsuz bir haftalık seyrin rahatlığı, hem de teknemizden ve güzel güney ege kıyılarından ayrılacak olmamızın verdiği hüzün ile Turgutreis D-Marin’e doğru rota tuttuk. Bu tarifsiz, karmaşık duygularla marinaya giriş yaptık. Teknemizi, önce yakıt pantonuna yanaştırıp yakıt depomuzu doldurduk. Sonrasında sabit pantonumuza bağlandık. Bağlanır bağlanmaz titiz ekibimiz teknemizi kıyı köşe yeniden temizlemeye girişti. Temizlik sonrası marinanın temiz duşlarında bir haftanın acısını çıkarırcasına bol suyla duşlarımızı aldık. Hafta boyunca tasarruflu su ve elektrik kullanımı ister istemez stres yaratıyor insanda. Geceyi Marina’da geçirdikten sonra ertesi sabah kahvaltı sonrası güzel teknemizden ayrıldık. Her ayrılık gibi çok sevdiğimiz teknemizden ayrılmak oldukça zor oldu bu seferde.
 
Teknemizle bir yıl sonra buluşmak üzere duygusal bir vedalaşmanın ardından İzmir’e doğru geri dönüş yolculuğuna başladık.

 





 
 

25 -31 AĞUSTOS 2008 HİSARÖNÜ KÖRFEZİ ROTASI
 
1.GÜN (25 AĞUSTOS 2008 PAZARTESİ)
TURGUTREİS D-MARIN - KNIDOS KOYU. KNIDOS’TA GECELEME. (25 MİL)
2.GÜN (26 AĞUSTOS 2008 SALI)
KNIDOS - DATÇA (22 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ – DİRSEK(AĞIL) BÜKÜ (15 MİL) GECELEME
3.GÜN (27 AĞUSTOS 2008 ÇARŞAMBA)
DİRSEK(AĞIL) BÜKÜ - GİRNEYİT KOYU – KOCABAHÇE - GERME KOYU - SELİMİYE (13 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ -  ORHANİYE (7 MİL) ORHANİYE’DEGECELEME
4.GÜN (28 AĞUSTOS 2008 PERŞEMBE)
ORHANİYE – BENCİK (6 MİL), GİRNEYİT KOYU (6 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ -KIZIL ADA (9 MİL) - KİSELİ ADA - BOZBURUN (3 MİL) BOZBURUN’DA GECELEME
 
5.GÜN (29 AĞUSTOS 2008 CUMA)
BOZBURUN - SİMİ ADASI BOĞAZI - PALAMÜTBÜKÜ - PALAMAUTBÜKÜ’NDE GECELEME.(34 MİL)
6.GÜN (30 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ)
PALAMUTBÜKÜ - ASPAT KOYU (30 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ VE GECELEME

7.GÜN (31 AĞUSTOS 2008 PAZAR)
ASPAT KOYU - ÇATAL ADA (9 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ - TURGUTREİS D-MARIN.(2 MİL)