24 Ağustos günü
öğle saatlerinde İzmir’den yola çıktık. Keyifli bir yolculuğun ardından
Turgutreis D-Marinde bizi bekleyen teknemiz Eagle1’a akşam 18:ºº civarı
ulaştık. Aradan geçen bir sene boyunca onu çok özlemişiz. Eagle1, 2007 model
Beneteau Cyclades 43.3 marka/model bir tekne. Gezi sınıfı teknelerde artık
standart olan geniş bir gövdeye sahip olmasından dolayı “Şişman Kız” diyoruz
biz ona.
Akşam tekne
ihtiyaçlarımızı tekrar gözden geçirip, eksikleri marinanın yakınındaki alışveriş
merkezinden giderdik. Sonrasında hanımlar tekne içinde, beyler dışarıda yoğun
bir temizlik faaliyetine giriştik. Ardından akşam yemeğimizi yedik ve erkenden
yattık. Bu seneki mürettebatımız üç akraba aileden oluşuyor. Keser, Günal ve
İşlek aileleri. Benim kız kardeşim Özlem ve eşi Hüseyin, Eşim Canan’ın kız
kardeşi Gülcan ve eşi Serdar ve küçük mürettebatlarımız Yiğit, Gaye ve geçen
yıldan tecrübeli Kaan.
25 Ağustos
sabahı Turgutreis D-Marin’den saat 9:ºº civarı ayrıldık. Kahvaltımızı Aspat
koyu ile Karaincir koyu arasında yapmayı planlamıştık. İki koyun arasında
bulunan sitenin önüne demir attık. Bu koyu seçmemizin nedeni sitede evi bulunan
Teyzem ve Eniştemin bir hafta sürecek olan gezimiz öncesi bizi uğurlamak istemeleriydi.
Koyun girişinde 5 metre
kum zemine demir attık. Yaklaşık bir saat kahvaltı ve deniz sefasından sonra
çıpamızı vira ettik. Volkan Enişte, komşularının sürat teknesiyle bir süre bize
eşlik ederek uğurlama merasimi düzenledi ve bir hafta sürecek seyrimize
başladık.
İlk günkü
rotamız yaklaşık 25 millik uzaklıkta bulunan Knidos. Karaincir koyundan çıkar
çıkmaz karayelden esen 15 knotlık rüzgarı bulunca geniş apazdan keyifli bir
seyir yapma hevesiyle yelkenleri fora ettik. Sarma ana yelkene sahip teknemizde
yelkeni açarken bir tuhaflık gözümüze çarptı. Mandarın bir miktar aşağı
düşmesinden dolayı, ana yelkenin kurula yakası bir miktar yerinden çıkmıştı.
Hüseyin direk dibinde yelkeni rayına sokarken ben ve Serdar mandar halatını
yukarı çekip sabitlemeye çalıştık. Sıkıntılı bir 15-20 dakikanın ardından
işlemi tamamladık. İstanköy (Kos) adasına yaklaşırken Yunan bayrağını sancak
gurcataya toka edip adanın doğu kıyılarını sıyırarak geçtik.
Deveboynu
burnunu dönerken kayalıklara oturmuş kuru yük gemisi göze çarpıyor. JOJO A
isimli gemi, dümeninin kilitlenmesi sonucu 2007 Kasım ayında sert bir havada
buradaki kayalıklara sürüklenmiş. İzmit’ten Suriye’ye giden 83 metrelik geminin
mürettebatının tamamı kurtarılmış. Denizin hata ve ihmal kabul etmediğinin simgesi
ve dersi gibi önünden geçenleri hüzünlü bir şekilde selamlıyor.
Knidos, Datça
yarımadasının en ucunda bulunan ve iki limandan oluşan güzelliğinden hala bir
şey kaybetmemiş üç bin yıllık tarihi bir Dor şehri. Bu gün yıkıntı haliyle bile
bu kadar güzelken zamanında nasıldı kim bilir. Knidos’un güney-doğusundaki
büyük limana saat 17:ºº civarı dikkatlice giriş yaptık. Gözümüze, koyun girişte
iskele tarafında kalan, güney kıyısında iki teknenin arasını kestirdikten sonra,
tornistan yaparak 10 metre
derinlikte kum zemine demir atmaya başladık. Birbirine oldukça uzak olan biri
Fransız, diğeri İtalyan iki teknede bulunanlar yanaşmaya çalıştığımız yere demir
atmamamız konusunda bize uyarılarda bulunuyorlardı. Anlamsız gelen bu isteğin
nedenini sonradan anladık. İki tekne birbirinden oldukça uzaktı, fakat
çıpalarını birbirlerine yakın atmışlardı. Serdar gözlükle denize atlayıp iki
teknenin çıpa yerlerini tespit ettikten sonra iki çıpanın arasına funda ettik
bizde çıpamızı. Hüseyin’de yüzerek çıktığı kıyıda koltuk halatımızı tarihi
liman taşlarından birisine bağladı. İlk akşam yemek işini de erkek mürettebat
üstlendi. Mutfağa geçip gırgır, muhabbet akşam mönüsünü hazırladık. Şarapları
ile ünlü Knidos’ta akşam yemeğinde tüm gezimizin güzel geçmesi dileğiyle
tokuşturduk kadehlerimizi. M.Ö 300’lü yıllarda yapılmış, birçok kentten görmeye
gelinen ve zamanının en güzel heykellerinden birisi kabul edilen Afrodit
heykelinin bulunduğu ve zamanının ünlü bilim adamlarından birisi kabul edilen Eudoksos’un
yaşadığı topraklarda erkenden uykuya daldık.
Ertesi sabah
Datça’ya doğru yola çıktık. 22
mil süren yolculuğumuzun çoğunda rüzgarsızlıktan motor
yapmak zorunda kaldık. İnce Burun’a varmadan Domuz Çukuru koyunun açıklarında, özellikle
teknemizdeki küçük tayfaların ısrarı ile koyu lacivert sularda deniz molası
verdik. Kısa ama çok keyifli moladan sonra İnce Burun’u dönüp Datça’ya doğru bir
saat kadar yol yaptık. Kısa süre kalmayı planladığımız Datça limanında alargaya
demir attık. Ben hariç bütün mürettebat, botla kıyıya çıkıp buz vb. bazı
ihtiyaçları karşılayıp, bir buçuk saat kadar sonra tekneye döndüler. Datça,
önümüzdeki yıl yapmayı planladığımız seyirde en az bir gün kalacak şekilde
programımızda bulunuyor. Bu yıl sadece ihtiyaç molası için uğradık bu güzel
ilçeye. Geç kalmadan 15 mil
tutacak yolumuza seyre başladık. Rotamızda akşam kalacağımız Dirsek Bükü diğer
adıyla Ağıl Bükü vardı. Rüzgar hızı yeterli ve kolayımızdan olunca
yelkenlerimizi bastık. Dirsek Büküne yaklaştığımızda rüzgarın azalması ve
saatinde ilerlemesi nedeniyle motara yüklendik tekrar. Akşam 18:³º civara koya
giriş yaptık. Daha önce Dirsek Bükü’nün güzelliği ile ilgili tavsiyeler almış
ve makaleler okumuştum. Hepsini doğrular ölçüde güzel bir koyla karşılaştık.
Koyun batı kıyısına demir atmaya karar verdik. Bu kıyıda derinliğin bu kadar
fazla olduğunu hiç tahmin etmemiştik doğrusu. Çıpayı funda ettiğimiz yerde 37 metre derinlik bizi şaşırttı.
Her sene gezi
öncesi, aylar öncesinden hazırlanmaya başlarım. Haritalardan mesafeler ve
derinlikleri, usta denizcimiz Sadun Boro ’nun, Vira Demir kitabından en ince detayları
not alıp, güzergah ve rota konusunda hazırlıklar yaparım. Koylarda demirlenecek
ve koltuk alınabilecek yerleri notlarıma alırım. Bu hazırlık safhası seyir
sırasında karşılaşılacak sürprizlere karşı önceden tedbirli olmayı sağlıyor
benim için. Bu sefer Dirsek Bükün’de derinlik konusunda gol yedik. Çok şükür
zincirimiz bu tür durumlar için oldukça yeterli. Uzun zincirimiz sayesinde
çıpamızı vira edip, koy’da başka bir arayışa girmemize gerek kalmadan güzel bir
yere bağlandık.
Dirsek
Bükün’de akşam yemeği öncesi Canan’da şiddetli karın ağrısı baş gösterdi.
Birazda ateşinin olması bizi korkuttu. Elimizdeki ilaçlarla, sabahı beklemekten
başka çaremiz yoktu. Sabah, akşama göre daha iyiydi ama yinede şikayeti devam
ediyordu. Kahvaltı sonrası sırasıyla Topan, Uzun, Koca ve Kameriye adalarının
arasından Selimiye koyuna girdik. Selimiye koyunda Naviga Dergisinde yazılarını
keyifle okuduğum Çetin Kent’in bu sene faaliyete geçirdiği, Girit Restoranın
önünde alargada 5 metre
derinlikte demir attık. Kendisiyle tanışıp sohbet etmek isterdim ama tekneyi
alargada yalnız bırakmak istemediğim için başka bir zamana bıraktım tanışmayı. Serdar
ve Gülcan, Canan’ı botla Selimiye köyünde bulunan Sağlık Ocağına götürdüler.
Doktorun muayene sonrası yaptığı iğne ve ilaçlar iyi geldi ve tatilinin rezil
olmasını önledi.
İki saatlik
Selimiye molasında ekibin yarısı Sağlık Ocağında iken, Özlem, yeğenlerim Gaye, Yiğit ve Kaan teknede
kalıp bol bol denize girdiler. Sağlık Ocağına giden ekip tekneye döndükten
sonra, önce Selimiye Köyü’nün tam karşısında bulunan etrafı çam ağaçlarıyla
çevrili koyda öğle yemeği ve deniz molası verip akşamı geçireceğimiz Orhaniye’ye
doğru rota tuttuk. Kalacağımız yer konusunda henüz karar vermemiştik. Yakıt
göstergemize pek güvenmediğimiz için, işi sağlama alıp mazot alabileceğimiz
Martı Marina’nın yakıt pantonuna yanaşıp depoyu doldurmaya karar verdik. Biz
yakıt alırken mürettebat marinayı dolaştı. Marina herkesin hoşuna gidince, yüksek
günlük bağlama ücretini göze alıp akşamı marinada geçirmeye karar verdik. Nova
iskelesinde bize gösterilen uygun bir yere bağlandık. Martı Marina’da işletme
kalitesinde daha önceki yıllara göre düşüş göze çarpıyor. Oysa marinanın sahip
olduğu olağanüstü doğal güzellik çok az marinada mevcut.
Sabah
marinadan ayrılıp yaklaşık on dakikalık bir yol yapıp Kız Kumu ile tepesinde
kale bulunan adanın arasında demir attık. Botumuzla, kısa bir seyirle koyun
kuzey kıyısından, güneye doğru uzanan ve sanki tuğla kırıntılarından oluşmuş yarımadaya
giderek üzerinde biraz yürüyüş yaptık.
Kızkumu’nun
iki ayrı hikayesi var hangisi doğrudur bilmiyoruz ama birincisine göre “Kralın kızı ile bir balıkçı birbirlerine
aşık olmuş. Prenses ile balıkçı geceleri gizlice buluşuyorlarmış. Bu durumdan hoşnut
olmayan kral, prensesi askerlerine takip ettiriyor. Prenses askerleri fark
ediyor ve koyun ortasındaki kayıkta onu bekleyen sevdiği balıkçıya doğru
koşmaya başlıyor. İki aşık tam buluşacakken bir ok isabet ediyor ve prenses
kanlar içinde sevdiğinin kucağına düşüyor. Deniz kırmızı renge boyanıyor. Kumların
o günden bugüne kadar kırmızı olması bu nedenleymiş.”
Diğer hikayeye
göre ” 3 bin yıl önce BAYBASSOS kentinin
Kralı uzun savaş günleri sonrası savaşı kaybetmiş, kenti ele geçirilmiş ve
öldürülmüş. BAYBASSOS Krallığı'nın Prensesi korsanlardan kaçmak ister. Prenses
yüzme bilmediğinden eteğine kum doldurur ve karşı kıyıya geçmek için
eteğindeki kumları serperek kendisine yol yapmaya çalışır. Fakat gece yönünü kaybettiğinden
eteğindeki kum biter ve prenses boğularak ölür.
O günlerden bugüne, bölge Kızkumu ismiyle anılıyor. Yöre sakinleri ve turistler, denizin içinde garip şekilde uzanan, iki yanı derin kum sette yürürken, dilek tutuyor”
O günlerden bugüne, bölge Kızkumu ismiyle anılıyor. Yöre sakinleri ve turistler, denizin içinde garip şekilde uzanan, iki yanı derin kum sette yürürken, dilek tutuyor”
Kızkumu’nu güzelliği ve hikayeleri ile geride
bırakıp, saat 11:ºº civarı, 6 deniz mil uzaklıktaki Bencik Koyu’na doğru
rota tuttuk. Yelkenleri basıp keyif yaptık yol boyunca. Bencik Koyu’nun
diplerine kadar gidip bu muhteşem koyun güzel kıyılarını seyrettik. MTA
Kampının karşısına denk gelen koyda demir attık. Havuz durgunluğundaki suda
ağır ağır tornistan yaparak kıyıya yanaştık. Her zamanki gibi Hüseyin, koltuk
halatımızı kıyıya yüzerek götürüp bağladı. Koltuk halatımızın kıyıya bağlanması
sırasında 3 metrelik ahşap kayığı ile bize küçük bir denizci yardıma geldi.
Yedinci sınıfa giden bu küçük denizcinin Bozburun’da yaşadığını ve yedinci
sınıfa gittiğini öğrendik. Yaz ayları boyunca ailece Bencik’te babasının
balıkçı teknesinde kalıyorlar ve balık avlıyorlarmış. Denizci dostumuz küçük
kayığı ile bağlananlara yardım ediyor ve yanında getirdiği Datça bademi,
adaçayı, yer fıstığı vb. şeyleri satıyor, aile bütçesine yardımcı oluyormuş. Yaptığımız
alışveriş sırasında öğrendik ondan bunları. Sohbet sırasında biraz ilerimize
yanaşmaya çalışan motor yata yardım etmeye uğurladık küçük denizcimizi. Havuz
durgunluğundaki bu olağanüstü güzel koyda denizin tadına vardık doyasıya. Bencik
Koyu, Gökova ile Hisarönü körfezini ayıran Datça Yarımadasının en ince olduğu
bölge. Bencik Koyu’na, Gökova’daki Balıkaşıran koyu kuş uçumu 900 metre kadar
uzaklıkta. Zamanı olanlar için kolaylıkla yürüyerek gidilecek uzaklıkta. Tepe
noktadan hem Gökova’yı hem de Hisarönü Körfezi’ni aynı anda görmek mümkün.
Bencik Koyu’ndan
istemeye istemeye saat 15:ºº civarı ayrıldık.
Yaklaşık 15 deniz mili uzaklıktaki Bozburun Beldesiydi rotamız. Ama Simi
Adasından kopup gelen sert batılı rüzgar bizi oldukça zorladı. Atabol Burnu ve burundan
yaklaşık 600 metre
kadar uzaklıkta bulunan Atabol Feneri arasından geçip burnu dönünce rahatladık.
Burundan dönerken birkaç dalgayı yandan almak zorunda kalınca teknedekiler
biraz sarsıldı. Burunları geçerken, farklı yönlerden gelen dalgaların kesişmesi
sonucu oluşan yönü belirsiz dalgalara dikkat etmek gerekiyor. Programımıza göre
önce Kızılada’da mola verecektik. Fakat vaktin ilerlemiş olması ve günün yorgunluğu
iyice üzerimize çöktüğü için, Kızılada molasını başka bir seyre bıraktık. Kızılada’nın
güney kıyısından dönüp Bozburun Körfezi’ne girdiğimizde saat 19:ºº’a geliyordu.
İskelenin batı tarafında uygun bir yere bağlandık. Limanı, Bozburun Belediye’si
işletiyor ve iskelede su ve elektrik bulunuyor. Bağlama fiyatının Martı Marina’nın
yarısına yakın olması biraz fazla geldi doğrusu. Bu fiyata hiç olmazsa tonoz
hizmeti verseler içimiz yanmayacak. Bu tür yerlerde dikkatimi çeken, muhtarlık
veya belediyeler, işletmesini yaptıkları iskelelere bir musluk, birde elektrik
prizi koyduklarında hizmeti tamamladıklarını sanıyor ve bir dünya para alıp
kenara çekiliyorlar. Bu başıbozukluğun zamanla düzeleceğini umut etmekten başka
yapacak bir şey yok ne yazık ki.
Bozburun bu
bölgedeki, Bodrum’dan sonraki en büyük tekne üretim yerlerinden birisi.
Halkının çoğunluğu yaz aylarında Marmaris’te Gulet tipi teknelerle Mavi
Yolculuk turizmi ile uğraşıyor, kışları ise beldedeki imalathanelerde tekne
imalatı yapıyor.
Bozburun’da kaptan
dostumuz Durmuş Kaptan’la buluştuk. Bölgede Gulet kaptanlığı yapıyor ve oldukça
iyi tanınıyor. Aslında onunda bir çok Bozburun’lu gibi asıl mesleği marangozluk.
Bizlerde, kaptanın daha önce sahip olduğu Yarımadalı isimli, 26 metrelik keç
tipi teknesiyle iki kez Marmaris-Göcek gezisi yapmıştık. Bu şirin beldeyi iki
yaşındaki sevimli kızıyla birlikte dolaştırdı bizi kaptan. Akşam evinde çay
içmek üzere sözleştikten sonra ayrıldık ondan.
Hüseyin ve
Serdar, hemen akşam yemeği organizasyonuna giriştiler. Balıkçıdan balık, marketten
ucuz bir mangal satın almışlar. İskelenin arka tarafında bulunan parkta
mangalımızı yakıp Hüseyin tarafından özenle hazırlanmış çipuralarımızı pişirdik
sohbet eşliğinde. Bozburun iskelesine bağlı teknemizin havuzluğunda balık, rakı
ve salata nefis bir akşam yemeği oldu doğrusu. Ertesi gün uzun bir yol bizi
bekliyordu. Bilgisayardan hava raporunu incelediğimizde sert karayel ile karşı
karşıya olacaktık. Rotamıza göre orsadan gelecek bu sert rüzgardan fazla
etkilenmemek için sabah erken yola çıkmaya karar verdik.
Ertesi sabah
saat 6:ºº’da Bozburun iskelesinden ayrıldık. Bu günkü rotamızın sonunda
Palamutbükü vardı. Palamütbükü’ne doğru 33 mil sürecek yolumuzun üzerinde bulunan Simi
Adası’na doğru rota tuttuk. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen, Simi
Adasına kadar iki saat boyunca sert rüzgar ve kafadan aldığımız yüksek
dalgalarla boğuşarak seyir yaptık. Simi Adasına geldiğimizde yüksek tepeler
rüzgarı kesince sakinliğin ortasında bulduk kendimizi. Simi ve Nimos adalarının
arasındaki dar boğaza doğru kasabayı uzaktan seyrederek ağır ağır yol aldık.
Boğaz oldukça dar ve bazı yerlerde tehlikeli kayalar mevcut. Daha önce başka
bir tekneyle harita, göz ve derinlik ölçerle dikkatlice geçtiğimiz boğazdan bu
sefer teknemizin havuzluğunda bulunan Raymarine C80 chart plotter rahatlığıyla
geçtik. Kalan 16 millik yolu daha sakin bir havada geçtikten sonra Palamutbükü
iskelesine saat 11:³º civarı giriş yaptık. Muhtarlık tarafından işletilen
iskelenin batı tarafına iki tekne arasına tornistan yaparak bağlandık. Serdar,
muhtarlık görevlisiyle biraz pazarlık yaparak, fiyatta küçükte olsa bir miktar
indirim sağladı. Günün geri kalan bölümünü ve geceyi burada geçirecektik. İlk
işimiz iskelenin hemen arka tarafında bulunan küçük plajda deniz keyfi yapmak
oldu.
Palamutbükü
yaklaşık 1,5 kilometreyi bulan sahili, temiz berrak denizi ile şirin bir
yerleşim. Akşamüstü sahil boyunca yürüyüş yaparak çevreyi tanımaya çalıştık. Kıyıda
birçok yazlık ev ve küçük pansiyonlar var. Plajın kıyısında ise birçok
kafetarya bulunmakta. Palamutbükü’ne komşu olan ve fazlaca methini duyduğumuz
Mesudiye ve Hayıtbükü’nü görmeyi sonraki yıllara bıraktık.
Sabah 7:ºº
civarı Palamutbükü iskelesinden demir alıp, Knidos’a doğru rota tutmaya başladık.
Dönüşte Knidos’ta mola vermeyip, doğruca Karaincir Koyu’na gidecektik. Gece
kontrol ettiğimiz hava raporu, rüzgarın en fazla 5 bofor kuvveti civarında ve
karayelden eseceğini gösteriyordu. Hava raporu Datça Yarımadasının uç
noktasında bulunan yüksek tepelerden 7-8 bofor kuvveti arası fırtınamsı yerel rüzgarın
eseceğini bilememişti. Knidos burnunu dönüp rotamızı kuzeye yani Kos adasına
verdikten sonra rüzgar azaldı. Kos adasına yaklaştıkça da iyice etkisini
kaybetti. Oysaki biz burnu döndüğümüzde daha şiddetli bir rüzgar olacağını
düşünüyorduk. Sancağımızdaki Kocadağ’ın yüksek tepeleri, rüzgarı kesip
azaltacağına rüzgarın kaynağıymış meğer. Datça burnundan itibaren bizi takip
eden martı kuşlarına bayatlamış ekmeklerimizi atarak keyifli ve sakin bir yolculuk
yaptık yol boyunca. Kos adasının doğu burnundan saat 10:ºº civarı geçip, saat 12:ºº gibi Karaincir koyu’nun kumluk
zeminine 6 metre
derinliğe funda ettik çıpamızı. Bir hafta önce gezimizi başlattığımız bu güzel
koyda, birkaç saat dinlenme molası verip, bir şeyler atıştırdıktan sonra demir
alıp Turgutreis Beldesi’nin karşısında bulunan Çatal Adaya rota tuttuk. Çatal
Ada’da, bazılarımız serin denizde yüzerken, bazılarımızda öğle uykusunu tercih
etti.
Aslında Datça
Yarımadasının harika güney kıyılarını ve Hisarönü körfezinin tamamını bir haftalık
geziyle bitirmek imkansız. Fakat kısıtlı tatil zamanı bizleri buna zorunlu
kılıyor. Çok iyi seyir programı yapıp çıkmak gerekiyor. Gelecekte daha uzun
zaman dilimlerinde rahat rahat yapılacak seyirler için keşif gezileri oluyor
bir bakıma.
Günler su gibi
akıp geçmiş, takvim 30 Ağustos’u göstermişti. Hem güzel bir tatilin keyfi, hem
sorunsuz bir haftalık seyrin rahatlığı, hem de teknemizden ve güzel güney ege
kıyılarından ayrılacak olmamızın verdiği hüzün ile Turgutreis D-Marin’e doğru
rota tuttuk. Bu tarifsiz, karmaşık duygularla marinaya giriş yaptık. Teknemizi,
önce yakıt pantonuna yanaştırıp yakıt depomuzu doldurduk. Sonrasında sabit
pantonumuza bağlandık. Bağlanır bağlanmaz titiz ekibimiz teknemizi kıyı köşe
yeniden temizlemeye girişti. Temizlik sonrası marinanın temiz duşlarında bir
haftanın acısını çıkarırcasına bol suyla duşlarımızı aldık. Hafta boyunca
tasarruflu su ve elektrik kullanımı ister istemez stres yaratıyor insanda. Geceyi
Marina’da geçirdikten sonra ertesi sabah kahvaltı sonrası güzel teknemizden
ayrıldık. Her ayrılık gibi çok sevdiğimiz teknemizden ayrılmak oldukça zor oldu
bu seferde.
Teknemizle bir yıl sonra buluşmak üzere duygusal bir vedalaşmanın
ardından İzmir’e doğru geri dönüş yolculuğuna başladık.
25 -31 AĞUSTOS 2008 HİSARÖNÜ KÖRFEZİ
ROTASI
1.GÜN (25 AĞUSTOS 2008 PAZARTESİ)
TURGUTREİS D-MARIN - KNIDOS KOYU. KNIDOS’TA GECELEME. (25
MİL)
2.GÜN (26 AĞUSTOS 2008 SALI)
KNIDOS - DATÇA (22 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ – DİRSEK(AĞIL) BÜKÜ (15
MİL) GECELEME
3.GÜN (27 AĞUSTOS 2008 ÇARŞAMBA)
DİRSEK(AĞIL) BÜKÜ - GİRNEYİT KOYU – KOCABAHÇE - GERME KOYU -
SELİMİYE (13 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ - ORHANİYE
(7 MİL) ORHANİYE’DEGECELEME
4.GÜN (28 AĞUSTOS 2008 PERŞEMBE)
ORHANİYE – BENCİK (6 MİL), GİRNEYİT KOYU (6 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ
-KIZIL ADA (9 MİL) - KİSELİ ADA - BOZBURUN (3 MİL) BOZBURUN’DA GECELEME
5.GÜN (29 AĞUSTOS 2008 CUMA)
BOZBURUN - SİMİ ADASI BOĞAZI - PALAMÜTBÜKÜ -
PALAMAUTBÜKÜ’NDE GECELEME.(34 MİL)
6.GÜN (30 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ)
PALAMUTBÜKÜ - ASPAT KOYU (30 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ VE GECELEME
7.GÜN (31 AĞUSTOS 2008 PAZAR)
ASPAT KOYU - ÇATAL ADA (9 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ - TURGUTREİS D-MARIN.(2 MİL)







Güzel yazı güzel bilgi .. Yelkenli ile ilk gezimde size sorular sormak isterim.
YanıtlaSil