4 Temmuz 2013 Perşembe

HİSARÖNÜ KÖRFEZİ İZLENİMLERİ 25-31 AĞUSTOS 2008


24 Ağustos günü öğle saatlerinde İzmir’den yola çıktık. Keyifli bir yolculuğun ardından Turgutreis D-Marinde bizi bekleyen teknemiz Eagle1’a akşam 18:ºº civarı ulaştık. Aradan geçen bir sene boyunca onu çok özlemişiz. Eagle1, 2007 model Beneteau Cyclades 43.3 marka/model bir tekne. Gezi sınıfı teknelerde artık standart olan geniş bir gövdeye sahip olmasından dolayı “Şişman Kız” diyoruz biz ona. 
 
Akşam tekne ihtiyaçlarımızı tekrar gözden geçirip, eksikleri marinanın yakınındaki alışveriş merkezinden giderdik. Sonrasında hanımlar tekne içinde, beyler dışarıda yoğun bir temizlik faaliyetine giriştik. Ardından akşam yemeğimizi yedik ve erkenden yattık. Bu seneki mürettebatımız üç akraba aileden oluşuyor. Keser, Günal ve İşlek aileleri. Benim kız kardeşim Özlem ve eşi Hüseyin, Eşim Canan’ın kız kardeşi Gülcan ve eşi Serdar ve küçük mürettebatlarımız Yiğit, Gaye ve geçen yıldan tecrübeli Kaan.
 
25 Ağustos sabahı Turgutreis D-Marin’den saat 9:ºº civarı ayrıldık. Kahvaltımızı Aspat koyu ile Karaincir koyu arasında yapmayı planlamıştık. İki koyun arasında bulunan sitenin önüne demir attık. Bu koyu seçmemizin nedeni sitede evi bulunan Teyzem ve Eniştemin bir hafta sürecek olan gezimiz öncesi bizi uğurlamak istemeleriydi. Koyun girişinde 5 metre kum zemine demir attık. Yaklaşık bir saat kahvaltı ve deniz sefasından sonra çıpamızı vira ettik. Volkan Enişte, komşularının sürat teknesiyle bir süre bize eşlik ederek uğurlama merasimi düzenledi ve bir hafta sürecek seyrimize başladık.
 
İlk günkü rotamız yaklaşık 25 millik uzaklıkta bulunan Knidos. Karaincir koyundan çıkar çıkmaz karayelden esen 15 knotlık rüzgarı bulunca geniş apazdan keyifli bir seyir yapma hevesiyle yelkenleri fora ettik. Sarma ana yelkene sahip teknemizde yelkeni açarken bir tuhaflık gözümüze çarptı. Mandarın bir miktar aşağı düşmesinden dolayı, ana yelkenin kurula yakası bir miktar yerinden çıkmıştı. Hüseyin direk dibinde yelkeni rayına sokarken ben ve Serdar mandar halatını yukarı çekip sabitlemeye çalıştık. Sıkıntılı bir 15-20 dakikanın ardından işlemi tamamladık. İstanköy (Kos) adasına yaklaşırken Yunan bayrağını sancak gurcataya toka edip adanın doğu kıyılarını sıyırarak geçtik.
 
Deveboynu burnunu dönerken kayalıklara oturmuş kuru yük gemisi göze çarpıyor. JOJO A isimli gemi, dümeninin kilitlenmesi sonucu 2007 Kasım ayında sert bir havada buradaki kayalıklara sürüklenmiş. İzmit’ten Suriye’ye giden 83 metrelik geminin mürettebatının tamamı kurtarılmış. Denizin hata ve ihmal kabul etmediğinin simgesi ve dersi gibi önünden geçenleri hüzünlü bir şekilde selamlıyor.
 
Knidos, Datça yarımadasının en ucunda bulunan ve iki limandan oluşan güzelliğinden hala bir şey kaybetmemiş üç bin yıllık tarihi bir Dor şehri. Bu gün yıkıntı haliyle bile bu kadar güzelken zamanında nasıldı kim bilir. Knidos’un güney-doğusundaki büyük limana saat 17:ºº civarı dikkatlice giriş yaptık. Gözümüze, koyun girişte iskele tarafında kalan, güney kıyısında iki teknenin arasını kestirdikten sonra, tornistan yaparak 10 metre derinlikte kum zemine demir atmaya başladık. Birbirine oldukça uzak olan biri Fransız, diğeri İtalyan iki teknede bulunanlar yanaşmaya çalıştığımız yere demir atmamamız konusunda bize uyarılarda bulunuyorlardı. Anlamsız gelen bu isteğin nedenini sonradan anladık. İki tekne birbirinden oldukça uzaktı, fakat çıpalarını birbirlerine yakın atmışlardı. Serdar gözlükle denize atlayıp iki teknenin çıpa yerlerini tespit ettikten sonra iki çıpanın arasına funda ettik bizde çıpamızı. Hüseyin’de yüzerek çıktığı kıyıda koltuk halatımızı tarihi liman taşlarından birisine bağladı. İlk akşam yemek işini de erkek mürettebat üstlendi. Mutfağa geçip gırgır, muhabbet akşam mönüsünü hazırladık. Şarapları ile ünlü Knidos’ta akşam yemeğinde tüm gezimizin güzel geçmesi dileğiyle tokuşturduk kadehlerimizi. M.Ö 300’lü yıllarda yapılmış, birçok kentten görmeye gelinen ve zamanının en güzel heykellerinden birisi kabul edilen Afrodit heykelinin bulunduğu ve zamanının ünlü bilim adamlarından birisi kabul edilen Eudoksos’un yaşadığı topraklarda erkenden uykuya daldık.
 
Ertesi sabah Datça’ya doğru yola çıktık. 22 mil süren yolculuğumuzun çoğunda rüzgarsızlıktan motor yapmak zorunda kaldık. İnce Burun’a varmadan Domuz Çukuru koyunun açıklarında, özellikle teknemizdeki küçük tayfaların ısrarı ile koyu lacivert sularda deniz molası verdik. Kısa ama çok keyifli moladan sonra İnce Burun’u dönüp Datça’ya doğru bir saat kadar yol yaptık. Kısa süre kalmayı planladığımız Datça limanında alargaya demir attık. Ben hariç bütün mürettebat, botla kıyıya çıkıp buz vb. bazı ihtiyaçları karşılayıp, bir buçuk saat kadar sonra tekneye döndüler. Datça, önümüzdeki yıl yapmayı planladığımız seyirde en az bir gün kalacak şekilde programımızda bulunuyor. Bu yıl sadece ihtiyaç molası için uğradık bu güzel ilçeye. Geç kalmadan 15 mil tutacak yolumuza seyre başladık. Rotamızda akşam kalacağımız Dirsek Bükü diğer adıyla Ağıl Bükü vardı. Rüzgar hızı yeterli ve kolayımızdan olunca yelkenlerimizi bastık. Dirsek Büküne yaklaştığımızda rüzgarın azalması ve saatinde ilerlemesi nedeniyle motara yüklendik tekrar. Akşam 18:³º civara koya giriş yaptık. Daha önce Dirsek Bükü’nün güzelliği ile ilgili tavsiyeler almış ve makaleler okumuştum. Hepsini doğrular ölçüde güzel bir koyla karşılaştık. Koyun batı kıyısına demir atmaya karar verdik. Bu kıyıda derinliğin bu kadar fazla olduğunu hiç tahmin etmemiştik doğrusu. Çıpayı funda ettiğimiz yerde 37 metre derinlik bizi şaşırttı.
 
Her sene gezi öncesi, aylar öncesinden hazırlanmaya başlarım. Haritalardan mesafeler ve derinlikleri, usta denizcimiz Sadun Boro ’nun, Vira Demir kitabından en ince detayları not alıp, güzergah ve rota konusunda hazırlıklar yaparım. Koylarda demirlenecek ve koltuk alınabilecek yerleri notlarıma alırım. Bu hazırlık safhası seyir sırasında karşılaşılacak sürprizlere karşı önceden tedbirli olmayı sağlıyor benim için. Bu sefer Dirsek Bükün’de derinlik konusunda gol yedik. Çok şükür zincirimiz bu tür durumlar için oldukça yeterli. Uzun zincirimiz sayesinde çıpamızı vira edip, koy’da başka bir arayışa girmemize gerek kalmadan güzel bir yere bağlandık.
 
Dirsek Bükün’de akşam yemeği öncesi Canan’da şiddetli karın ağrısı baş gösterdi. Birazda ateşinin olması bizi korkuttu. Elimizdeki ilaçlarla, sabahı beklemekten başka çaremiz yoktu. Sabah, akşama göre daha iyiydi ama yinede şikayeti devam ediyordu. Kahvaltı sonrası sırasıyla Topan, Uzun, Koca ve Kameriye adalarının arasından Selimiye koyuna girdik. Selimiye koyunda Naviga Dergisinde yazılarını keyifle okuduğum Çetin Kent’in bu sene faaliyete geçirdiği, Girit Restoranın önünde alargada 5 metre derinlikte demir attık. Kendisiyle tanışıp sohbet etmek isterdim ama tekneyi alargada yalnız bırakmak istemediğim için başka bir zamana bıraktım tanışmayı. Serdar ve Gülcan, Canan’ı botla Selimiye köyünde bulunan Sağlık Ocağına götürdüler. Doktorun muayene sonrası yaptığı iğne ve ilaçlar iyi geldi ve tatilinin rezil olmasını önledi.
 
İki saatlik Selimiye molasında ekibin yarısı Sağlık Ocağında iken,  Özlem, yeğenlerim Gaye, Yiğit ve Kaan teknede kalıp bol bol denize girdiler. Sağlık Ocağına giden ekip tekneye döndükten sonra, önce Selimiye Köyü’nün tam karşısında bulunan etrafı çam ağaçlarıyla çevrili koyda öğle yemeği ve deniz molası verip akşamı geçireceğimiz Orhaniye’ye doğru rota tuttuk. Kalacağımız yer konusunda henüz karar vermemiştik. Yakıt göstergemize pek güvenmediğimiz için, işi sağlama alıp mazot alabileceğimiz Martı Marina’nın yakıt pantonuna yanaşıp depoyu doldurmaya karar verdik. Biz yakıt alırken mürettebat marinayı dolaştı. Marina herkesin hoşuna gidince, yüksek günlük bağlama ücretini göze alıp akşamı marinada geçirmeye karar verdik. Nova iskelesinde bize gösterilen uygun bir yere bağlandık. Martı Marina’da işletme kalitesinde daha önceki yıllara göre düşüş göze çarpıyor. Oysa marinanın sahip olduğu olağanüstü doğal güzellik çok az marinada mevcut.
 
Sabah marinadan ayrılıp yaklaşık on dakikalık bir yol yapıp Kız Kumu ile tepesinde kale bulunan adanın arasında demir attık. Botumuzla, kısa bir seyirle koyun kuzey kıyısından, güneye doğru uzanan ve sanki tuğla kırıntılarından oluşmuş yarımadaya giderek üzerinde biraz yürüyüş yaptık.
 
Kızkumu’nun iki ayrı hikayesi var hangisi doğrudur bilmiyoruz ama birincisine göre   “Kralın kızı ile bir balıkçı birbirlerine aşık olmuş. Prenses ile balıkçı geceleri gizlice buluşuyorlarmış. Bu durumdan hoşnut olmayan kral, prensesi askerlerine takip ettiriyor. Prenses askerleri fark ediyor ve koyun ortasındaki kayıkta onu bekleyen sevdiği balıkçıya doğru koşmaya başlıyor. İki aşık tam buluşacakken bir ok isabet ediyor ve prenses kanlar içinde sevdiğinin kucağına düşüyor. Deniz kırmızı renge boyanıyor. Kumların o günden bugüne kadar kırmızı olması bu nedenleymiş.”
 
Diğer hikayeye göre ” 3 bin yıl önce BAYBASSOS kentinin  Kralı uzun savaş günleri sonrası savaşı kaybetmiş, kenti ele geçirilmiş ve öldürülmüş. BAYBASSOS Krallığı'nın Prensesi korsanlardan kaçmak ister. Prenses yüzme bilmediğinden eteğine kum doldurur ve karşı kıyıya geçmek için  eteğindeki kumları serperek kendisine yol yapmaya çalışır. Fakat gece yönünü kaybettiğinden eteğindeki kum biter ve prenses boğularak ölür.
O günlerden bugüne, bölge Kızkumu ismiyle anılıyor. Yöre sakinleri ve turistler, denizin içinde garip şekilde uzanan, iki yanı derin kum sette yürürken, dilek tutuyor”
 
Kızkumu’nu güzelliği ve hikayeleri ile geride bırakıp, saat 11:ºº civarı, 6 deniz mil uzaklıktaki Bencik Koyu’na doğru rota tuttuk. Yelkenleri basıp keyif yaptık yol boyunca. Bencik Koyu’nun diplerine kadar gidip bu muhteşem koyun güzel kıyılarını seyrettik. MTA Kampının karşısına denk gelen koyda demir attık. Havuz durgunluğundaki suda ağır ağır tornistan yaparak kıyıya yanaştık. Her zamanki gibi Hüseyin, koltuk halatımızı kıyıya yüzerek götürüp bağladı. Koltuk halatımızın kıyıya bağlanması sırasında 3 metrelik ahşap kayığı ile bize küçük bir denizci yardıma geldi. Yedinci sınıfa giden bu küçük denizcinin Bozburun’da yaşadığını ve yedinci sınıfa gittiğini öğrendik. Yaz ayları boyunca ailece Bencik’te babasının balıkçı teknesinde kalıyorlar ve balık avlıyorlarmış. Denizci dostumuz küçük kayığı ile bağlananlara yardım ediyor ve yanında getirdiği Datça bademi, adaçayı, yer fıstığı vb. şeyleri satıyor, aile bütçesine yardımcı oluyormuş. Yaptığımız alışveriş sırasında öğrendik ondan bunları. Sohbet sırasında biraz ilerimize yanaşmaya çalışan motor yata yardım etmeye uğurladık küçük denizcimizi. Havuz durgunluğundaki bu olağanüstü güzel koyda denizin tadına vardık doyasıya. Bencik Koyu, Gökova ile Hisarönü körfezini ayıran Datça Yarımadasının en ince olduğu bölge. Bencik Koyu’na, Gökova’daki Balıkaşıran koyu kuş uçumu 900 metre kadar uzaklıkta. Zamanı olanlar için kolaylıkla yürüyerek gidilecek uzaklıkta. Tepe noktadan hem Gökova’yı hem de Hisarönü Körfezi’ni aynı anda görmek mümkün.
 
Bencik Koyu’ndan istemeye istemeye saat 15:ºº  civarı ayrıldık. Yaklaşık 15 deniz mili uzaklıktaki Bozburun Beldesiydi rotamız. Ama Simi Adasından kopup gelen sert batılı rüzgar bizi oldukça zorladı. Atabol Burnu ve burundan yaklaşık 600 metre kadar uzaklıkta bulunan Atabol Feneri arasından geçip burnu dönünce rahatladık. Burundan dönerken birkaç dalgayı yandan almak zorunda kalınca teknedekiler biraz sarsıldı. Burunları geçerken, farklı yönlerden gelen dalgaların kesişmesi sonucu oluşan yönü belirsiz dalgalara dikkat etmek gerekiyor. Programımıza göre önce Kızılada’da mola verecektik. Fakat vaktin ilerlemiş olması ve günün yorgunluğu iyice üzerimize çöktüğü için, Kızılada molasını başka bir seyre bıraktık. Kızılada’nın güney kıyısından dönüp Bozburun Körfezi’ne girdiğimizde saat 19:ºº’a geliyordu. İskelenin batı tarafında uygun bir yere bağlandık. Limanı, Bozburun Belediye’si işletiyor ve iskelede su ve elektrik bulunuyor. Bağlama fiyatının Martı Marina’nın yarısına yakın olması biraz fazla geldi doğrusu. Bu fiyata hiç olmazsa tonoz hizmeti verseler içimiz yanmayacak. Bu tür yerlerde dikkatimi çeken, muhtarlık veya belediyeler, işletmesini yaptıkları iskelelere bir musluk, birde elektrik prizi koyduklarında hizmeti tamamladıklarını sanıyor ve bir dünya para alıp kenara çekiliyorlar. Bu başıbozukluğun zamanla düzeleceğini umut etmekten başka yapacak bir şey yok ne yazık ki.

Bozburun bu bölgedeki, Bodrum’dan sonraki en büyük tekne üretim yerlerinden birisi. Halkının çoğunluğu yaz aylarında Marmaris’te Gulet tipi teknelerle Mavi Yolculuk turizmi ile uğraşıyor, kışları ise beldedeki imalathanelerde tekne imalatı yapıyor.
 
Bozburun’da kaptan dostumuz Durmuş Kaptan’la buluştuk. Bölgede Gulet kaptanlığı yapıyor ve oldukça iyi tanınıyor. Aslında onunda bir çok Bozburun’lu gibi asıl mesleği marangozluk. Bizlerde, kaptanın daha önce sahip olduğu Yarımadalı isimli, 26 metrelik keç tipi teknesiyle iki kez Marmaris-Göcek gezisi yapmıştık. Bu şirin beldeyi iki yaşındaki sevimli kızıyla birlikte dolaştırdı bizi kaptan. Akşam evinde çay içmek üzere sözleştikten sonra ayrıldık ondan.
 
Hüseyin ve Serdar, hemen akşam yemeği organizasyonuna giriştiler. Balıkçıdan balık, marketten ucuz bir mangal satın almışlar. İskelenin arka tarafında bulunan parkta mangalımızı yakıp Hüseyin tarafından özenle hazırlanmış çipuralarımızı pişirdik sohbet eşliğinde. Bozburun iskelesine bağlı teknemizin havuzluğunda balık, rakı ve salata nefis bir akşam yemeği oldu doğrusu. Ertesi gün uzun bir yol bizi bekliyordu. Bilgisayardan hava raporunu incelediğimizde sert karayel ile karşı karşıya olacaktık. Rotamıza göre orsadan gelecek bu sert rüzgardan fazla etkilenmemek için sabah erken yola çıkmaya karar verdik.
 
Ertesi sabah saat 6:ºº’da Bozburun iskelesinden ayrıldık. Bu günkü rotamızın sonunda Palamutbükü vardı. Palamütbükü’ne doğru 33 mil sürecek yolumuzun üzerinde bulunan Simi Adası’na doğru rota tuttuk. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen, Simi Adasına kadar iki saat boyunca sert rüzgar ve kafadan aldığımız yüksek dalgalarla boğuşarak seyir yaptık. Simi Adasına geldiğimizde yüksek tepeler rüzgarı kesince sakinliğin ortasında bulduk kendimizi. Simi ve Nimos adalarının arasındaki dar boğaza doğru kasabayı uzaktan seyrederek ağır ağır yol aldık. Boğaz oldukça dar ve bazı yerlerde tehlikeli kayalar mevcut. Daha önce başka bir tekneyle harita, göz ve derinlik ölçerle dikkatlice geçtiğimiz boğazdan bu sefer teknemizin havuzluğunda bulunan Raymarine C80 chart plotter rahatlığıyla geçtik. Kalan 16 millik yolu daha sakin bir havada geçtikten sonra Palamutbükü iskelesine saat 11:³º civarı giriş yaptık. Muhtarlık tarafından işletilen iskelenin batı tarafına iki tekne arasına tornistan yaparak bağlandık. Serdar, muhtarlık görevlisiyle biraz pazarlık yaparak, fiyatta küçükte olsa bir miktar indirim sağladı. Günün geri kalan bölümünü ve geceyi burada geçirecektik. İlk işimiz iskelenin hemen arka tarafında bulunan küçük plajda deniz keyfi yapmak oldu.
 
Palamutbükü yaklaşık 1,5 kilometreyi bulan sahili, temiz berrak denizi ile şirin bir yerleşim. Akşamüstü sahil boyunca yürüyüş yaparak çevreyi tanımaya çalıştık. Kıyıda birçok yazlık ev ve küçük pansiyonlar var. Plajın kıyısında ise birçok kafetarya bulunmakta. Palamutbükü’ne komşu olan ve fazlaca methini duyduğumuz Mesudiye ve Hayıtbükü’nü görmeyi sonraki yıllara bıraktık.
 
Sabah 7:ºº civarı Palamutbükü iskelesinden demir alıp, Knidos’a doğru rota tutmaya başladık. Dönüşte Knidos’ta mola vermeyip, doğruca Karaincir Koyu’na gidecektik. Gece kontrol ettiğimiz hava raporu, rüzgarın en fazla 5 bofor kuvveti civarında ve karayelden eseceğini gösteriyordu. Hava raporu Datça Yarımadasının uç noktasında bulunan yüksek tepelerden 7-8 bofor kuvveti arası fırtınamsı yerel rüzgarın eseceğini bilememişti. Knidos burnunu dönüp rotamızı kuzeye yani Kos adasına verdikten sonra rüzgar azaldı. Kos adasına yaklaştıkça da iyice etkisini kaybetti. Oysaki biz burnu döndüğümüzde daha şiddetli bir rüzgar olacağını düşünüyorduk. Sancağımızdaki Kocadağ’ın yüksek tepeleri, rüzgarı kesip azaltacağına rüzgarın kaynağıymış meğer. Datça burnundan itibaren bizi takip eden martı kuşlarına bayatlamış ekmeklerimizi atarak keyifli ve sakin bir yolculuk yaptık yol boyunca. Kos adasının doğu burnundan saat 10:ºº civarı geçip,  saat 12:ºº gibi Karaincir koyu’nun kumluk zeminine 6 metre derinliğe funda ettik çıpamızı. Bir hafta önce gezimizi başlattığımız bu güzel koyda, birkaç saat dinlenme molası verip, bir şeyler atıştırdıktan sonra demir alıp Turgutreis Beldesi’nin karşısında bulunan Çatal Adaya rota tuttuk. Çatal Ada’da, bazılarımız serin denizde yüzerken, bazılarımızda öğle uykusunu tercih etti.
 
Aslında Datça Yarımadasının harika güney kıyılarını ve Hisarönü körfezinin tamamını bir haftalık geziyle bitirmek imkansız. Fakat kısıtlı tatil zamanı bizleri buna zorunlu kılıyor. Çok iyi seyir programı yapıp çıkmak gerekiyor. Gelecekte daha uzun zaman dilimlerinde rahat rahat yapılacak seyirler için keşif gezileri oluyor bir bakıma.
 
Günler su gibi akıp geçmiş, takvim 30 Ağustos’u göstermişti. Hem güzel bir tatilin keyfi, hem sorunsuz bir haftalık seyrin rahatlığı, hem de teknemizden ve güzel güney ege kıyılarından ayrılacak olmamızın verdiği hüzün ile Turgutreis D-Marin’e doğru rota tuttuk. Bu tarifsiz, karmaşık duygularla marinaya giriş yaptık. Teknemizi, önce yakıt pantonuna yanaştırıp yakıt depomuzu doldurduk. Sonrasında sabit pantonumuza bağlandık. Bağlanır bağlanmaz titiz ekibimiz teknemizi kıyı köşe yeniden temizlemeye girişti. Temizlik sonrası marinanın temiz duşlarında bir haftanın acısını çıkarırcasına bol suyla duşlarımızı aldık. Hafta boyunca tasarruflu su ve elektrik kullanımı ister istemez stres yaratıyor insanda. Geceyi Marina’da geçirdikten sonra ertesi sabah kahvaltı sonrası güzel teknemizden ayrıldık. Her ayrılık gibi çok sevdiğimiz teknemizden ayrılmak oldukça zor oldu bu seferde.
 
Teknemizle bir yıl sonra buluşmak üzere duygusal bir vedalaşmanın ardından İzmir’e doğru geri dönüş yolculuğuna başladık.

 





 
 

25 -31 AĞUSTOS 2008 HİSARÖNÜ KÖRFEZİ ROTASI
 
1.GÜN (25 AĞUSTOS 2008 PAZARTESİ)
TURGUTREİS D-MARIN - KNIDOS KOYU. KNIDOS’TA GECELEME. (25 MİL)
2.GÜN (26 AĞUSTOS 2008 SALI)
KNIDOS - DATÇA (22 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ – DİRSEK(AĞIL) BÜKÜ (15 MİL) GECELEME
3.GÜN (27 AĞUSTOS 2008 ÇARŞAMBA)
DİRSEK(AĞIL) BÜKÜ - GİRNEYİT KOYU – KOCABAHÇE - GERME KOYU - SELİMİYE (13 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ -  ORHANİYE (7 MİL) ORHANİYE’DEGECELEME
4.GÜN (28 AĞUSTOS 2008 PERŞEMBE)
ORHANİYE – BENCİK (6 MİL), GİRNEYİT KOYU (6 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ -KIZIL ADA (9 MİL) - KİSELİ ADA - BOZBURUN (3 MİL) BOZBURUN’DA GECELEME
 
5.GÜN (29 AĞUSTOS 2008 CUMA)
BOZBURUN - SİMİ ADASI BOĞAZI - PALAMÜTBÜKÜ - PALAMAUTBÜKÜ’NDE GECELEME.(34 MİL)
6.GÜN (30 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ)
PALAMUTBÜKÜ - ASPAT KOYU (30 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ VE GECELEME

7.GÜN (31 AĞUSTOS 2008 PAZAR)
ASPAT KOYU - ÇATAL ADA (9 MİL) ÖĞLE YEMEĞİ - TURGUTREİS D-MARIN.(2 MİL)
 
 
 
 
 
 

1 yorum:

  1. Güzel yazı güzel bilgi .. Yelkenli ile ilk gezimde size sorular sormak isterim.

    YanıtlaSil